...
"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
6 Eylül 2019 Cuma
David Goodis | Mavi Sevgili | [XI[
...
10 Ağustos 2019 Cumartesi
8 Ağustos 2019 Perşembe
Régis Messac | Esnek Ayna | ilk sayfalar
Le Miroir Flexible
(Colombus North takma ismiyle)
Primaires, 1933-1934
....
Régis Messac | Quinzinzinzili | I. Bölüm | ilk sayfalar
Bendeniz,
Gérard Dumaurier…
Bu
kelimeleri yazınca şimdi gerçekliklerinden şüphe ettim. İşaret ettikleri
varlığın gerçekliğinden demek istiyorum: yani kendimden. Var mıyım? Yoksa
sadece bir hayal miyim; yahut bir kâbus mu? Düşüncelerimden çıkardığım en makul
cevap: deli olduğum.
Evet, mağarada
yazı çiziktiren, dış dünyanın gerçeklerinden habersiz, zavallı bir deliyim.
Doktorlar sonradan karalamalarını inceleyebilmek ve bilgiç psikiyatri
kitaplarına konu çıkartabilmek için önüne kağıt kalem bırakmış. Öyleyse, durum
daha iyi. Bana hatıra gibi gelen bu korkunç kâbusları yaşamaktansa (yaşamış
olmaktansa) duvarları kapitone kaplama bir zindanın dibinde zırdelinin teki
olmayı yüz bin kere yeğlerdim.
Hatıralar,
korkunç hatıralar, keşke sadece hayal olsanız…
Hekimler,
usta doktorlar delilik perdemin benden gizlediği ne biliyor musunuz: sizler
için yazıyorum. Eğer varsanız, en azından bu saçma sapan sözlerim şahitlere
sahip olacak; sempatik ve belki de… beni kısmen anlayacak şahitlere.
Ama
yoksanız…
Yanlış
yapıyorum, dileğime sahip çıkmam, varolduğunuza inanmam lazım. Aksi takdirde
devam edecek cesareti asla bulamam.
Bu
yüzden senelerin tüneline yeniden girmem -
yaşadığım, tutarlı düşündüğüm zamanlara dek gitmem gerek. O zamanlar
şimdi ne kadar da uzak!
O
zamanlar Gérard Dumaurier’dim. Şimdi ise o muyum değil miyim bilmiyorum.
Benliğim un ufak oldu, eriyip gitti, felaketlerin koçbaşıyla darmadağın edildi,
mental şokların dinamitleriyle parçalandı. Atomlarımın ürkünç bir dünyada
kozmik bir yalnızlığın asitiyle ayrıştığını, etrafa saçıldığını hissediyorum.
Bir
zamanlar Gérard Dumaurier’dim. Somunun vidaya uyduğu gibi kendi için yaratılmış
bir dünyada güvende, yerini yurdunu bulmuş biriydim. Susuzluğum için kafe
terasları, giyinmem için terziler, ısınmam için radyotörler, gülümsemem için
harika pudralar süren hanımlar vardı. Bugünse… Ama artık bugünü düşünmek
istemiyorum. Artık istemiyorum… Yahut henüz hâlâ… Mutlaka bir…
Lord
Clendennis’in çocuklarının özel öğretmeniydim. Bildiğiniz arpalık[1], o
zamanlar böyle derdik. Çok çalışma istemiyordu. Asıl adı Isaac Fungo olan Lord
Clendennis, spencervari, aristokratik soyismine rağmen servetini doğrultmuş bir
ordu müteahitiydi. Bir baronluk satın almıştı. Bu bugün hâlâ yapılıyor mu?
Günümüzde hâlâ lordlar var mı, doktor?... Ne önemi var ki… Eğer deliysem
doktorun cevabını anlayamayacak durumdayım demektir. Peki ya değilsem…
Nerede
kalmıştım? – Haa, evet! Ratbert ve Charles. Benim iki öğrencimdi. İşim spor
yaparlarken, oyun oynarlarken onlara göz kulak olmak, şöyle böyle kafalarına
biraz bilgi aşılamaktı. Ratbert hemen hemen on dördündeydi, Charles ise on
buçuk yaşındaydı. On buçuk muydu on bir mi? Belki biraz daha fazla, bilemiyorum
şimdi… Üçümüz çok gezerdik, senyörlerini, o zamanlar öyle denirdi, pek tasa
etmeden. Senyörleri! Ha ha ha… Bir de lady Clendennis vardı, ama ayrılmışlardı.
Ona ne oldu bilmiyorum. Galiba bir yerlerde bir villada, Fransız Rivierası’nın
azur rengi kavanozunda salamuraya yatmıştı.
Atlantik kıyısını bir ucundan diğerine turlayıp duruyorduk, ki öğrencilerimin
keyfine diyecek yoktu. Hollanda, Ostende, ya da Gaskonya körfezi, nadiren de
Britanya. Bazen Lord Clendennis, Bask kıyısında bize katılırdı, şimdi adını
hatırlayamadığım meşhur bir otelin gazinosu onu hemen kendine çekmekte
gecikmezdi. Bir düşüneyim… Bir savaşın
adıyla kafiye yapıyordu, savaş: Austerlitz… Buldum, buldum! Biarritz!! Elena
Bubulco’yu orada tanıdım. Romen olduğunu iddia ediyordu. Ama tüm bunların ne
önemi var? Artık ne Romanya, ne
Biarritz, ne gazinolar, ne Fransa, ne de başka bir şey var, prehistorik bir
mağaranın dibinde bunları karalıyorum, kısala kısala sonu gelmiş bir kurşun
kalemle, tesadüfen bulunmuş bir çamaşırcı defterine. Ne zaman mı? Fakat ne
zaman olduğundan emin değilim. Belki de bir deliler yurdundayım, başka pek
çoğuna yapıldığı gibi, ne yazmışım görmek için bana kağıt kalem verilmiş… Başka? Öncelikle… kafayı yedim. Yurt veya
mağara… Peh!
Hikâyeme
geri dönelim. Her halükârda, zihnimi meşgul etmeyi bırakmayacak. Talebelerimin
babası, çocuklarının fransızca konuşmasını oldukça önemsiyordu. Nihayetinde
fransızcayı ingilizceden daha iyi konuştular. Başka da hemen hiçbir şey
bilmiyorlardı. Böylesi daha iyi oldu - çünkü işlerine yarayabilirdi. Savaş zamanı,
deniz kıyısında değildik. Charles hükümetinin telaşa düşürdüğü hekimlerin
tavsiyeleri doğrultusunda, Lozère’e bağlı ücra bir kasabada yükseklik terapisi
yapmaya gittik. Kasabanın adı… Neydi? Şimdi hatırlayamıyorum. Şu kesin ki hava
mükemmeldi. Bir prevantoryuma yerleştik, hastalıklarına rağmen bir şekilde
yaşamda kalma becerisi göstermiş çocuklardan -kimileri hâlâ yaşadığına göre
fazla yadırgamamak lazım- oluşan bir koloni vardı burada.
O
zamanlar şimdi ne kadar uzakta… O kasaba ne kadar da uzakta... Başka bir
dünyada… Yine de gülünç bir şey var; o kasabayı düşündüğümsıra oraya çok yakın
olmalıyım… Yer değiştirmedik, neredeyse hiç. Hep Lozère’deyiz. Yerleşkeye çok
yakınız. Ama bununla birlikte artık Lozère diye bir yer yok… Kasaba da. O kadar
kaybolmuş ki adını bile hatırlamıyorum. Adlar! Kendiminkini de sonuna kadar
hatırlayabilecek miyim? Ben, Gérard Dumaurier…
Gérard
Dumaurier! Gérard Dumaurier! Bu adı yüksek sesle tekrar ediyorum, suda boğulan
biri bir dala nasıl tutunursa ben de ona öyle, sımsıkı tutunuyorum. Ve daha
şimdiden bu ad fazla bir anlam ifade etmiyor. Benliğimin benden kurtulduğunu,
eriyip yok olduğunu hissediyorum. Dünyada Gérard Dumaurier diye biri hiç oldu
mu? Dünyada hiç biri oldu mu?...
Geçen
gün yazmaya ara vermem gerekti, düştüğümü hissettiğim uçurum, derinliği git
gide artarak önümde açılıyordu. Bilincimde bir oyuk. Bu böyle ne kadar devam
etti bilmiyorum. Günler - belki de aylar. Bunu nereden bilebilirim? Günler-
doğrusu, bunun ne anlama geldiğini az buçuk biliyorum, ama aylar, aylar! Bu çok
karmaşık bir düşünce, ve ona, yaşayanlar içinde galiba sade ben sahibim.
Benimle birlikte kimbilir kaç karmaşık ve gereksiz düşünce çürüyüp yok olacak.
Belki
hepsi değil, bu kâğıtlar benden sonra yaşamaya devam ederse… Bu boş umut, zaman
zaman beni yazmam için cesaretlendiriyor. Yazıyorum –bana geleceğin insanlığı
için yazıyormuşum gibi geliyor– gelecekte hâlâ bir insanlık olursa elbette.
Tarihçi bir eser meydana getireceğim. Şüphesiz, asla okuru olmayacak bir
hikâye.
Yine de
bu görev için takım taklavatı fena düzmedim. Eski meşgalelerimin beni çok fazla
tarih kitabı okumaya sevk etmiş olmasından başka, eğer şimdiden –he ne kadar
hatırlamasam da– bir yığın olay, isim ve tarih varsa bir nedeni de savaştan
önceki günlere dair oldukça net bir hafıza muhafaza etmemdir. Her şeye rağmen,
başlıca olayları iyi akılda tuttum. Ve dahası, hâlâ belgelerim var. Paha
biçilmez, geleceğin müze ve arşivlerinin bekçilerini, yöneticilerini gururdan
titretecek belgeler: sandviç sarılan, lekeli, yağlı, yırtık pırtık eski
gazeteler; eski konserve kutuları, sardalye salamuraları… Ne var ki şimdi
boşlar, ama olmayan bir şeyler daha var, görkemli bir geçmişin, biricik
şahitleri…
Yeterince
düşünceye daldım. Bugün havanın güzel olmasını ve kanlı canlı hissetmeyi,
eskiden olduğu gibi yazmayı, eskinin insanları için yazıyormuş gibi yazmayı,
yazdıklarımı anlayabilecek eğitimli, uygar insanlar hâlâ varmış gibi yazmayı
diliyorum.
Ama
yine de! Yazacaklarım uygarlığın koca çılgınlığının en büyük kanıtı olmayacak
de ne olacak! – Fakat bu kadar yeter. Akıl deliliğin zirvesi ise, son derece akıllı
olmak istiyorum.
3 Ağustos 2019 Cumartesi
David Goodis | Mavi Sevgili | [X]
31 Temmuz 2019 Çarşamba
Guillaume Apollinaire | Honoré Subrac'ın Kayboluşu
20 Temmuz 2019 Cumartesi
David Goodis | Mavi Sevgili | [IX]
1 Temmuz 2019 Pazartesi
David Goodis | Mavi Sevgili | [VIII]
Sürme pencere alttan açıktı, ancak Clayton odadan gelen bir ses duymuyordu. Son derece gösterişli bir odaydı. Bir Kirman kilimi tüm zemini kaplıyordu, duvarlar serigrafi resimlerle bezeliydi. Odanın uzak köşesinde, dünyaya doğrultulmuş bir silah gibi, Hagen’in çelik kasası duruyordu, anahtar kolu ve gümüş şifre kadranı ile parlak siyah demirden bir blok. Clayton, kasanın midesini doldurmak için aldatılan, soyulan, kimi zaman da öldürülen sayısız adamı düşündü. Bakışları bir an öfkeden donuklaştı, pencereden içeri atlayıp silahı kullanmayı istedi.
17 Haziran 2019 Pazartesi
David Goodis | Mavi Sevgili | [VII]
9 Haziran 2019 Pazar
David Goodis | Mavi Sevgili | [VI]
1 Haziran 2019 Cumartesi
20 Mayıs 2019 Pazartesi
David Goodis | Mavi Sevgili | [V]
13 Mayıs 2019 Pazartesi
David Goodis | Mavi Sevgili | [IV]
....