9 Haziran 2019 Pazar

David Goodis | Mavi Sevgili | [VI]


....
Yıkanmış, tıraş olmuş, temiz çamaşır ve taze ütülenmiş bir takım elbise giymiş halde bara yaslandı, şişeyi yatıran Kroner’e baktı. Kroner bariz bir beceriksizlikle şişeyi b0şaltıyordu, yine de  cin bardağın ucuna kadar geldi ve orada kaldı. Clayton kadehi aldı, kaldırdı, kazara cinin birazını döktü ve kalanını gırtlağının derinliklerine yuvarladı. Boş kadehi uzatıp yarım ağızla: “Bir tane daha.”
“Fazla gelir.”
“Bir tane daha dedim.”
Kroner kadehi doldurdu. Sızıp boylu boyunca yere serilmiş, ölü bir çifti andıran iki yerli haricinde mekânda  başkası yoktu. Barın üstünde, kirli yüzlü bir saat, dördü yirmi geçeyi bildiriyordu. Arkadaki küçük pencere ise dışarısının hâlâ karanlık olduğunu göstermekteydi.
“Neredeyse sabah oldu,” diye laf açtı Kroner. Clayton’a baktı. “Yukarı çıkmana yardım edeyim ister misin?”
“Yukarıda işim yok.” Clayton kadehi yuvarladı. Hollandalıya baktı. “Ne kadar içtim?”
“Epey,” diye yanıtladı Kroner. “Bacaklarının seni hâlâ taşıyor olması mucize.”
“İzin ver de sana bir tane ısmarlayım.”
“Sevgili Clayton, içkiye dokunmam, bilirsin.”
“Demek ki içki sana dokunmuyor. Sana hiçbir şey dokunamaz.”
Kroner hafif alınmış gibiydi. “Dostluk bana dokunabilir. Benim için mücevherlerden daha değerli. Sadece senin iyiliğini istiyorum, umarım tavsiyemi dikkate alırsın. Odana çık ve orada kal. Yarına, eğer ayarlayabilirsem, gemide olacaksın.”
Clayton dinlemiyordu. Eli ceketinin geniş cebinde, revolverin hacmini hissetmekteydi. Parmakları kısa namluya, namludan mermi yatağına, mermi yatağından tetik köprüsüne, tetik köprüsünden kalın kabzaya geçti. Sonra silahı bıraktı. Elini cebinden çıkartıp, titriyor mu görebilmek için öne uzattı. Parmaklarının kıpırdamadığını tespit etti. “Gözler her zaman doğruyu söyler,” dedi, sakin, yumuşak bir sesle ekledi, “Biraz yürüyüşe çıkacağım. Görmem gereken bir şeyler var.”
Bardan uzaklaştı, caddeye açılan kapıya yöneldi. Kapıya vardığında Kroner önünü kesmek için çoktan orada yerini almıştı. Hollandalı sığır etinden koca bir duvar gibiydi, kolları iki yana açık, tombul yüzü terden parlıyordu.
“Dostum –” diye yalvardı Kroner.
Clayton bitkince gülümsedi. “Yolumu kapatıyorsun.”
“Sevgili dostum… Lütfen mantıklı olmaya çalış. Buradan çıkarsan, mutlaka Hagen’in eline düşersin. Adamları rıhtımın dört bir yanını tuttu, seni bekliyorlar –”
Clayton gülümsemeye devam etti, bakışları Hollandalı’yı aştı, kapının ardına odaklandı.
“Lütfen,” dedi Kroner, daha sert bir sesle. “Önemli olan hayatta kalmak.”
Sonra birbirlerine baktılar; Clayton: “Vasiyet yazacak vaktim yok. Ancak dönmezsem safir senindir. Yatağın başucunda, şiltenin içinde, karton bir kutuda.”
Kapıya doğru bir adım attı. Kroner kıpırdamadı. Kroner: “Çok üzgünüm, ancak gitmene izin veremem.”
Clayton omuz silkip derince iç çekti. Sonra sol koluyla biraz hafifçe Kroner’i göğsünden itti, bu sırada sağ yumruğu sert bir biçimde Hollandalı’nın çenesine iniyordu. Kroner sendeledi, yüzükoyun yere yığıldı ve öylece hareketsiz kaldı.
Clayton kapıyı açıp dışarı yürüdü. Hint Okyanusu’ndan gelen oldukça sıcak, mayıştırıcı bir hava dalgası ile karşılanmaktaydı.
….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder