Régis Messac
Le Miroir Flexible
(Colombus North takma ismiyle)
Primaires, 1933-1934
....
Le Miroir Flexible
(Colombus North takma ismiyle)
Primaires, 1933-1934
Esnek Ayna
Yazarın
notu: Olanların üzerinden birkaç yıl geçti, ben de pek çok hemşerim gibi
Boston’un kasvetinden, New York’un eğlencesinden kaçmak için Fransa’ya
gelmiştim. İçki yasağının ve belanın
zamanıydı. Esterel’de gözlerden uzak hayli sakin bir aile pansiyonu
seçmiştim. Pansiyonerlerin hemen hepsi önemsiz kişilerdi, onlardan uzak durmaya
da özellikle özen gösteriyordum. Sadece, pek yaşlı görünmese de “ihtiyar hanım”
denilen bir kadın dikkatimi çekti. Sessiz ve kendi halinde, hafif çekingendi,
içe kapanık bir yaşam sürüyordu. İki etkenin, somurtkan hali ile moda ve
şıklığı asla önemsememesinin onu yaşlandırmak üzere birleştiğini fark etmekte
gecikmedim; halbuki otuz beş kırkında ya var ya yoktu. Biraz güç de olsa
yabaniliğini kırmayı başardım, ve uzun süre A.B.D’de yaşadığını öğrendim. Hatta
memleketliydik, babası yurttaşlığa alınmıştı. Ancak onu konuşturmaya yönelik
her türlü girişimime büyük direnç gösterdi, ne kadar çabalasam da sonuç elde
edemedim; öyle ki zamanla diğer pansiyonerler ihtiyar hanıma âşık olduğumu
sanmaya başladı. Gizemli bir şeyler olduğunu sezinliyordum, ancak bir süre
sonra bunu aydınlatma ümidimi tamamen kaybettim. Güzel bir gün Miss Favannes’i
(ihtiyar hanımın adı buydu) hareketsiz, can çekişir halde götürdüklerinde
vaziyetler işte böyleydi. Boş arazide ağustos böceklerini dinlemek için biraz
fazla vakit geçirmiş, başına güneş çarpmış. Bu sıradan, ahmakça kaza, tekdüze,
gereksiz bir ömre yaraşır bir sondu sanki. İlk heyecan geçti, ihtiyar hanım
akıllara geldiyse de konu çabuk değişti. Yaşamı,
sıkıcı bir vaaz gibi dümdüzdü, ölümü ise başka bir olay oldu. Zira bir şeyler
gün yüzüne çıkmaya başladı.Ölümünden kısa bir süre önce Miss Geneviève
Favannes’in bilinci yerine geldi ve beni yanına çağırttı. Sıradan bir günde
olduğundan daha endişeli görünmüyordu ve sadece birkaç kelime telaffuz etti.
Yatağının başucundan, tek ayaklı-yuvarlak masanın üzerine konmuş bir tomar
kağıdı göstererek, sakin bir tonda bana şöyle dedi: “Şüphelendiğiniz
serüvenlerin hikâyesi bu kâgıtlarda. Buradaki zamanımı yazmaya ayırmıştım.
Artık yok olup gitmek benim için en iyisi. Zaten elimden başka ne gelir.” Başka
bir veda sözcüğü etmeden gözlerini kapattı. Beni salıverdiğini anladım, ve
kağıt tomarını aldığım gibi, kimseye gözükmeden ortalıktan kayboldum. Bugün
yayınladığım işte bu elyazması. Bunu yapmakla öfkeleri ve memleketlilerimin
zaruri tedbirlerini, iyilikten yana olduğunu iddia edenlerin kınamalarını
üzerime çekeceğimin farkındayım. Geneviève Favannens soğuk, özelliksiz
dış-görünümünün altında, az rastlanır bir manevi hürlüğü gizliyordu, ki
kimileri bunu korkunç bulacaktır. Kimi aklıbaşında hemşerimse kesinlikle insan
kılığına girmiş şeytanla ya da bir türeviyle haşır neşir olduğuma
hükmedecektir. Ancak dileğim şu ki, Geneviève Favannens’in öyküsü kimilerini de
sadece öfkelendirmez, düşündürür de.
– Colombus
North.
I
Bu hikâye
her şeyiyle bir romana, özellikle de fantastik bir romana benziyorsa, bu benim
hatam değil. Edebi eser meydana getirmek için yazmam, asla bir roman yazmadım,
yazmayacağım da. Ayrıca bu konuda yeteneksizim de. Ayrıca edebiyat
kadınlarından da korkarım. Tanrı korusun da asla hayatımı bu şekilde kazanmak
zorunda kalmayım (ne de olsa tanrı bizi bir şeylerden korur.)
Korkunç
şartlar altında can vermiş, cahil, batıl inançlı bir mahlukâtlar takımı tarafından
katledilmiş babamın hatırasını temize çıkarmak için yazıyorum; kıskanç ve
embesillerin bu hatırayı lekemek için uydurduğu aptalca onca ithamın, akıl
almaz onca masalın üzerine bir çizgi çekmek için.
Babam Joseph
Favennens, orta Fransa’da doğdu. Amerikan vatandaşlığına geçmişti, talihsiz
adam, ne yazık ki bu pek de işine yaramadı. Ben de Fransa’da, küçük bir
kasabada, Ardeche’te doğdum. Doğumumdan kısa süre sonra annemi kaybettim.
Böylece babam için berbat bir sonla karşılaşacağı, Alabama’nın ücra bir
köşesinde noktalanıncaya dek sürecek uzun, gezgin bir hayat başladı. Babam bir
mucitti. Açlıktan ölen pek çok mucize nazaran mutlu mesuttu, geliştirmeye devam
ettiği birkaç icat ve akla yatkın olarak, gülünç oyuncaklar sayesinde para
kazanmayı başarmıştı: bir basmalı anahtar modeli, seçkin marka likör ve ilaçlar
için madeni tıpalama sistemi, ki önemli ölçüde hilenin önüne geçiyordu,
dolayısıyla büyük pek çok şirket tarafından kullanılmaya başlandı, ve bunun
gibi şeyler… Refaha erişir erişmez saçma sapan işlerle uğraşmayı bıraktı.
Beratlarından birini görüşmek üzere Amerika’ya geldi, bu ülkenin mucitlere
sunduğu onca rahatlığa kapıldı: örneğin, kimi mekanik parçaları üretme ya da
temin etme kolaylığı, Alabama’da bir mülk satın aldı ve bahsettiğim gibi burada
trajik koşullar altında can verdi.
Öncelikle,
elimden geldiğince açık biçimde, bu koşullardan söz etmem, sonrasında da
destekli kanıtlarla babamın ne bir büyücü, ne bir suçlu ne de bir Şeytan
ortağı (he ne kadar Şeytan diye biri olsa da) ne de gözü dönmüş bir
cani olduğunu göstermem gerekiyor.
Evimiz
Tawasentha şehrine biraz uzaktaydı, en uç yerleşimler ve sefil bir köye hemen
hemen aynı mesafedeydi, burada sadece siyahlar ve melezler yaşıyordu ve adı Ole
March’tı.
Tawasentha’nın
bir çeşit Amerikan kasabası olması dışında bir özelliği yoktu, özellikle zaman
zaman başıboş zenginleri kendine çeken demirli su kaynakları ile biliniyordu
(tabii biliniyorsa). Tüm korkunçluğu içinde yankilerin küçük taşra şehri,
saygınlıkları ile şişinen seçkinleri, zengin çiftçi Tucson’un bir ineğinin
doğum yapmasının önemli bir olay gibi duyurulduğu yerel gazetesi, ufak tefek
dalavereleri, yobazları, dedikoduları… Bir şekilde iyi halde tutuluyordu ve tüm
ulusal önyargılar, özellikle de başka renkten olan insanlara karşı horgörü
sofuca bir huşu içinde besleniyordu.
....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder