….
Alma masaya döndü, ayakta durmaya devam
etti, başı öne eğik, bakışları kadehteydi. Viskinin nerdeyse yarısı dökülmüştü,
ancak içinde kalan, sıvı bir mıknatıs gibi elini kendine çekiyordu. İçinde tadı
kötü bir ilaç varmışçasına kadehi kaldırdı, sonra tek ve uzun bir yudumda boşalttı.
“Bir daha ister misin?” diye
sordu Hagen.
Alma hayır der gibi kafa
salladı. Tik ağacından masanın cilalı yüzeyine dalıp gitmişti. Parlak ahşap sanki
bir aynaydı, orada aksini görüyor, ve gördüğü şeyden nefret ediyordu.
Sırtı Hagen’e dönüktü.
Hagen arkasından yaklaşıp elini omzuna koydu. Alma silkinip ondan uzaklaştı. Hagen’in
yüzü yine kara bir renk aldı, mırıldandı: “Neyin var senin?”
“Yalnız kalmak istiyorum.
Sana yorgun olduğumu söyledim.”
“Bana bak.” Hagen’in ses
tonu, öfkeden kudurma ve ümitsiz bir yalvarış arasında gidip geliyordu.
Alma’nın sırtı hâlâ ona
dönüktü.
“Yüzüme bile bakamıyorsun,”
dedi Hagen, dişlerini sıkarak. Dudakları titredi. Sonra biraz da çabayla,
kendine daha hakim, sakin bir tonda: “Seninle mantıklı biçimde konuşmaya
çalışıyorum. Umarım tavrını değiştirir ve benimle konuşursun.”
“Pekâlâ,” dedi Alma, “dinliyorum.”
Ancak Hagen, onun arkasında
olduğu için Clayton’un gördüklerini göremiyordu. Alma gözlerini kapatmıştı,
boyun kasları iyice kasılmış, sakin kalmaya çalışıyordu.
Usulca yüzünü Hagen’e
döndü, Hagen bir müddet sessiz kaldı, sonra: “İlişkimizin gidişatı hoşuma
gitmiyor. Bir çıkmaza girmiş gibiyiz, ve gün geçtikçe derinleşiyor. Satranç
oyuncularına benzedik. Ve artık bu oyundan sıkıldım.”
“Ne istiyorsun, Rudy?”
“Seni. Her şeyinle seni.”
“Anlaşmamızda bu yoktu.”
“Anlaşmanın canı cehenneme.”
Daha sert bir tonda söyledi bunu, sonra ekledi: “Sana daha ilk gördüğüm anda
âşık oldum.”
“Aşk hakkında ne
biliyorsun?”
“Ben de etten kemikten bir
varlığım,” diye bağırdı Hagen. “Küçük, sevimli bir oyuncaktan daha fazlasına
ihtiyacım var. Hakiki bir sevgi istiyorum. Sıcaklık ve mutluluk.”
Alma uzak köşedeki çelik
kasaya bakıyordu. “Senin mutluluğun işte orada.”
“Ne o, şikayet mi
ediyorsun?” Hagen’in dili çatallanmıştı. “Beni eleştirmeye gelince üstüne yok. Faturalarını
ödeyen birine en azından tatlılıkla konuşma şansı vermen gerek.”
Alma, kaskatı, cevap
vermedi. Hagen’in sesi, keskin bir bıçak gibi, şimdi daha derine saplanıyordu.
“Belki de beni kör
sanıyorsun… Clayton hakkında söylediklerinin tek kelimesine bile inanmadığımı
biliyorsundur… Silahı elinden aldığını söyledin. Ben de şunu söyleyim, rezil
bir yalancısın.”
Alma yüzünü çevirdi tam
uzaklaşacaktı ki Hagen onu kollarından yakaladı, tüm gücüyle göğsünün üzerinde
tuttu ve onu yüzüne bakmaya zorladı. Konuşmaya devam etti:
“Yalancı!... Taa en başından
beri yalan söylüyorsun. Beni kandırıyordun, aptal yerine koydun. Seni ne zaman
kollarıma alsam gözlerini kapattın, başka birini görüyordun. Clayton’u.”
Alma kurtulmaya çalıştı.
Hagen pençelerini onun kollarına iyice geçirdi.
“Şimdi bana gerçeği
söyleyeceksin. En başından beri aklın Clayton’daydı. İtiraf et! Edecek misin, yoksa
gırtlağından kendim mi çıkartayım?!”
Hagen’in elleri Alma’nın boğazına
gitti. Alma boğuk bir çığlık attı. Hagen, genç kadın dizlerinin üzerine
çökünceye dek sıkmaya devam etti. Delice bir gülümseme dişlerini meydana
çıkartmıştı, Alma’nın can vermek üzere olduğunu ya anlamıyor ya da
umursamıyordu.
Ve ansızın pencere,
alabildiğine açıldı. Clayton içeri atladı. Son sürat Hagen’in üzerine giderken,
ne strateji ne taktik ne de cebindeki silahı hatırlamak aklına geliyordu. Yırtıcı
bir hayvan gibi nağra attı, Hagen de onun gelişini duydu, kafasını kaldırdı… şaşakaldı;
Alma’yı serbest bıraktı. Alma, olduğu yere yere yığıldı, güçlükle nefes almaya
çalışıyordu. Hagen içgüdüyle, koca kollarını kaldırdı, yumruklarını sıktı,
saldırıyı karşılayacak destekli bir duruş aldı.
….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder