3 Ağustos 2019 Cumartesi

David Goodis | Mavi Sevgili | [X]


….

Clayton, içeri gözü dönmüş bir boğa gibi dalmıştı. İki yumruğunu birden Hagen’in suratına indirdi. Hagen düştü düşecek, doğrulmaya çalışırken geri çekildi. Sonra sağ elini küçük bir balta gibi indirip, Hagen’in sol gözü üzerinde ıslaklığıyla hemen parlayan, cırtlak kırmızı, geniş bir çizgi açtı.
Hagen inledi, yeni bir doğrulma girişiminde bulundu, Clayton bir adım geri çekildi, aynı göze bir mızrak daha indirdi, sonra da çenede patlayan bir aparkat çıkardı. Cüsseli adam tik ağacından masanın altına yuvarlandı, masayı, yüksek bir dalganın gemiyi kaldırması gibi kaldırıp geri devirdi. Clayton sağını solunu tuttu sonra da bu işe bir son vermek için ileri hamle yaptı.
Ancak Hagen’in hâlâ canı vardı. Bir sıçrayışta doğrulup, Clayton tam da üzerine atlamışken onu yakaladı, kollarını kapıp kaldırdığı gibi midesine bir kafa indirdi. Clayton yere düşer düşmez kaburgalarına bir tekme indirdi. Clayton ayağa kalkmaya çalışırken bir tekme daha çıkardı. Ancak Clayton onun bileğini yakalamak için bir hamle yaptı, yakaladı da, vargücüyle kendine çekip Hagen’i yere savurdu. Bir anda, yere serilen Hagen’in üzerine çullandı. Ve son darbeyi indirmek için kolunu iyice geri çekti. Ancak yumruğu hedefine yollayacak yeterli zamanı olmadı.
Kapı açıldı, dört adam içeri hücum etti. İyice yaklaşmışlardı ki Clayton cebindeki silahı hatırladı; ancak ateş etmek için hiç de uygun bir saat olmadığı aklına geldi. Adamlar, onu yüzüstü yere serdi, tek kolunu sırtının üstünde büktükleri gibi iyice yukarı, kürek kemiklerinin ortasına kadar kastırdılar. Ağır bir ayakkabı çenesinde patladı, Hagen kendini kızıl şeritlerin dalgalandığı bir sis kütlesinin içinde buldu, ve kendine alayla, bu gece Hagen’in gecesi dedi…
Sis uzun sürmedi. Clayton, bir kaç dakika içinde gözlerini odaklayabilecek hale geldi, yüzü zemine yaslıyken, odada neler olduğunu görebildiği berrak bir bakış açısı yakaladı. Masaya oturmuş Hagen’i gördü, kanayan kaşına bir mendil basıyordu. Dodsley onun ağzının köşesine yara bandı yapıştırmaktaydı. Diğer dört adam sigaralarını yakmış, ellerinde kadehler yeni emirleri bekliyorlardı. Alma ayaktaydı, sırtını duvara yaslamış, yüzünde sert bir ifadeyle tik ağacından masaya bakıyordu. Silah samanın üzerindeydi. Hagen’in eli tembelce uzanıp onu aldı, namluyu sallayarak işaret etti.
İşaret Hagen’e yerden kalkmasını ve masaya oturmasını söylüyordu. Clayton kalktığı anda silah da göğsüne nişanlandı.
“Belki de şimdi işini bitirmem lazım,” dedi Hagen.
“O halde yolculuk yapmaya hazırlan,” diye yanıtladı Clayton.
Hagen gülümsedi. “Sanmıyorum. Buralarda saygın bir adamım.  Polisin gözünde, her şeyiyle yasal bir teşebbüsüm sahibiyim. Ofisimi soymaya gelen bir hırsızı vurmaya her zaman hakkım var.”
Clayton cüsseli adamın gülüşünü kopyaladı. “Ne diye seni soymak isteyim ki? Ben de zengin biriyim, hem de kendi çabamla zengin oldum. Taşı herkes biliyor. Ne kadar büyük olduğunu ve ederini de.”
Hagen düşünceli, somurttu. “Doğru,” diye homurdandı. “Doğru sayılır.” Sonra aynı gülüş tekrar suratında belirdi. “Hadi şu taş hakkında konuşalım. Safir hakkında.”
“Anlaşma yok.”
“Anlaşma olmak zorunda,” dedi Hagen. “Fiyatını belirt.” Sonra Alma’ya bir bakış atıp şöyle dedi, “Karşılığında paradan başka bir şey de alabilirsin. Ayrıca senin için… pazarlık edilecek bir gün değil.”
Clayton, Alma’ya baktı, güzel bedeninin baştan aşağı kaskatı kesildiğini fark etti. “İstiyor musun?” diye sordu ona.
Alma yanıt vermedi. Yüzü ifadesizdi.
Clayton’un vücudundaki tüm lifler Alma’ya doğru gerildi; sert bir sesle: “Safire karşılık sen, kabul ediyor musun?”
Hagen hafifçe gülüyordu. “Zihnini toparlaması için hanıma süre tanıyalım. Nihayetinde kararı o verecek.”
Yanıt vermek isteyen Alma’nın dudakları aralandı. Clayton kalbinin küt küt attığını hissetti; onun sesini duymayı beklerken nefes almak aklına bile gelmiyordu. Genç kadının gözlerindeki parıltıyı görünce sevinçten neredeyse yerinden sıçrayacaktı; zira bu pırıltı onu artık kollarına alabileceği anlamına geliyordu, hayatta başka ne isteyebilirdi ki… Ancak Alma’nın bakışı aniden donuklaştı, Clayton’a bakmıyordu bile. Onu Hagen’in yanına yürürken gördüğünde Clayton damarlarındaki kanın donduğunu hissetti.
Alma, dudaklarında yarım bir gülümsemeyle Hagen’in yanında ayakta durdu, elini adamın geniş omzuna koydu. Parmakları takım elbisenin pahalı kumaşı üzerinde tıpırdadı. “Güzel takım,” diye mırıldandı. “İpek, öyle değil mi?” Gülümsemesini, Clayton’a çevirdi: “İpeği severim. Dokunması çok tatlı bir duygu verir. Ama ipekten aşağısı hiç de bana göre değil,”
“Akıllı kız,” dedi Hagen alayla. Alma’nın elini tutup parmaklarını öptü. Alma, onu okşadı, dizlerine oturmak için usulca yaklaştı.
Clayton başını öne eğdi, acı tüm ağırlığıyla kalbinin derinliklerine çöküyordu. Aklı bir karış havada, aptalın tekiydi, muhakeme gücü bunu anlamaya şimdi fazlasıyla yetiyordu. Kıymeti olmayan bir şeyin özlemini çekmişti. Bu özlem onu lime lime etmişti; yarasının tam ortasında duyduğu korkunç bir boşluk ve kayboluş hissiydi.
….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder