….
Clayton, içeri gözü dönmüş
bir boğa gibi dalmıştı. İki yumruğunu birden Hagen’in suratına indirdi. Hagen
düştü düşecek, doğrulmaya çalışırken geri çekildi. Sonra sağ elini küçük bir
balta gibi indirip, Hagen’in sol gözü üzerinde ıslaklığıyla hemen parlayan,
cırtlak kırmızı, geniş bir çizgi açtı.
Hagen inledi, yeni bir
doğrulma girişiminde bulundu, Clayton bir adım geri çekildi, aynı göze bir
mızrak daha indirdi, sonra da çenede patlayan bir aparkat çıkardı. Cüsseli adam
tik ağacından masanın altına yuvarlandı, masayı, yüksek bir dalganın gemiyi
kaldırması gibi kaldırıp geri devirdi. Clayton sağını solunu tuttu sonra da bu
işe bir son vermek için ileri hamle yaptı.
Ancak Hagen’in hâlâ canı
vardı. Bir sıçrayışta doğrulup, Clayton tam da üzerine atlamışken onu yakaladı,
kollarını kapıp kaldırdığı gibi midesine bir kafa indirdi. Clayton yere düşer
düşmez kaburgalarına bir tekme indirdi. Clayton ayağa kalkmaya çalışırken bir
tekme daha çıkardı. Ancak Clayton onun bileğini yakalamak için bir hamle yaptı,
yakaladı da, vargücüyle kendine çekip Hagen’i yere savurdu. Bir anda, yere
serilen Hagen’in üzerine çullandı. Ve son darbeyi indirmek için kolunu iyice
geri çekti. Ancak yumruğu hedefine yollayacak yeterli zamanı olmadı.
Kapı açıldı, dört adam
içeri hücum etti. İyice yaklaşmışlardı ki Clayton cebindeki silahı hatırladı;
ancak ateş etmek için hiç de uygun bir saat olmadığı aklına geldi. Adamlar, onu
yüzüstü yere serdi, tek kolunu sırtının üstünde büktükleri gibi iyice yukarı,
kürek kemiklerinin ortasına kadar kastırdılar. Ağır bir ayakkabı çenesinde
patladı, Hagen kendini kızıl şeritlerin dalgalandığı bir sis kütlesinin içinde
buldu, ve kendine alayla, bu gece Hagen’in gecesi dedi…
Sis uzun sürmedi. Clayton,
bir kaç dakika içinde gözlerini odaklayabilecek hale geldi, yüzü zemine yaslıyken,
odada neler olduğunu görebildiği berrak bir bakış açısı yakaladı. Masaya
oturmuş Hagen’i gördü, kanayan kaşına bir mendil basıyordu. Dodsley onun
ağzının köşesine yara bandı yapıştırmaktaydı. Diğer dört adam sigaralarını
yakmış, ellerinde kadehler yeni emirleri bekliyorlardı. Alma ayaktaydı, sırtını
duvara yaslamış, yüzünde sert bir ifadeyle tik ağacından masaya bakıyordu.
Silah samanın üzerindeydi. Hagen’in eli tembelce uzanıp onu aldı, namluyu
sallayarak işaret etti.
İşaret Hagen’e yerden
kalkmasını ve masaya oturmasını söylüyordu. Clayton kalktığı anda silah da göğsüne
nişanlandı.
“Belki de şimdi işini
bitirmem lazım,” dedi Hagen.
“O halde yolculuk yapmaya
hazırlan,” diye yanıtladı Clayton.
Hagen gülümsedi. “Sanmıyorum.
Buralarda saygın bir adamım. Polisin
gözünde, her şeyiyle yasal bir teşebbüsüm sahibiyim. Ofisimi soymaya gelen bir
hırsızı vurmaya her zaman hakkım var.”
Clayton cüsseli adamın gülüşünü
kopyaladı. “Ne diye seni soymak isteyim ki? Ben de zengin biriyim, hem de kendi
çabamla zengin oldum. Taşı herkes biliyor. Ne kadar büyük olduğunu ve ederini
de.”
Hagen düşünceli, somurttu. “Doğru,”
diye homurdandı. “Doğru sayılır.” Sonra aynı gülüş tekrar suratında belirdi. “Hadi
şu taş hakkında konuşalım. Safir hakkında.”
“Anlaşma yok.”
“Anlaşma olmak zorunda,”
dedi Hagen. “Fiyatını belirt.” Sonra Alma’ya bir bakış atıp şöyle dedi, “Karşılığında
paradan başka bir şey de alabilirsin. Ayrıca senin için… pazarlık edilecek bir gün
değil.”
Clayton, Alma’ya baktı, güzel
bedeninin baştan aşağı kaskatı kesildiğini fark etti. “İstiyor musun?” diye
sordu ona.
Alma yanıt vermedi. Yüzü
ifadesizdi.
Clayton’un vücudundaki tüm
lifler Alma’ya doğru gerildi; sert bir sesle: “Safire karşılık sen, kabul
ediyor musun?”
Hagen hafifçe gülüyordu. “Zihnini
toparlaması için hanıma süre tanıyalım. Nihayetinde kararı o verecek.”
Yanıt vermek isteyen Alma’nın
dudakları aralandı. Clayton kalbinin küt küt attığını hissetti; onun sesini
duymayı beklerken nefes almak aklına bile gelmiyordu. Genç kadının gözlerindeki
parıltıyı görünce sevinçten neredeyse yerinden sıçrayacaktı; zira bu pırıltı
onu artık kollarına alabileceği anlamına geliyordu, hayatta başka ne
isteyebilirdi ki… Ancak Alma’nın bakışı aniden donuklaştı, Clayton’a bakmıyordu
bile. Onu Hagen’in yanına yürürken gördüğünde Clayton damarlarındaki kanın
donduğunu hissetti.
Alma, dudaklarında yarım
bir gülümsemeyle Hagen’in yanında ayakta durdu, elini adamın geniş omzuna
koydu. Parmakları takım elbisenin pahalı kumaşı üzerinde tıpırdadı. “Güzel
takım,” diye mırıldandı. “İpek, öyle değil mi?” Gülümsemesini, Clayton’a
çevirdi: “İpeği severim. Dokunması çok tatlı bir duygu verir. Ama ipekten
aşağısı hiç de bana göre değil,”
“Akıllı kız,” dedi Hagen
alayla. Alma’nın elini tutup parmaklarını öptü. Alma, onu okşadı, dizlerine
oturmak için usulca yaklaştı.
Clayton başını öne eğdi, acı
tüm ağırlığıyla kalbinin derinliklerine çöküyordu. Aklı bir karış havada, aptalın
tekiydi, muhakeme gücü bunu anlamaya şimdi fazlasıyla yetiyordu. Kıymeti olmayan
bir şeyin özlemini çekmişti. Bu özlem onu lime lime etmişti; yarasının tam
ortasında duyduğu korkunç bir boşluk ve kayboluş hissiydi.
….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder