120, RUE DE LA
GARE
120,
Gar Caddesi
Léo
MALET
EDITIONS
DE S.E.P.E, 1943
GİRİŞ
ALMANYA
İsimleri
anons edip insanları içeri almak, adıyla pek uyuşmasa da Baptiste Cormier’e
tıpa tıp uyan bir işti. Bu adam - adını hesaba katmayacak olursak - tam da bir
uşağın inceliğine sahipti.
Ancak
şimdi son haline kıyasla bu inceliği biraz kaybetmişti. Sırtı kapı kasasına yaslanmış,
bakışları aşağıda, eski bir kibrit çöpüyle ön dişlerini karıştırıyordu. Ansızın
ayıklama işini bıraktı.
—
Achtung! diye bağırıp kendine çekidüzen verdi.
Konuşmalar
kesildi. Yerlerinden oynayan bankların, sürünen postalların gürültüsüyle ayağa
kalkıp hazrola geçtik. Aufnahme Şefi evraklarını almak üzere buraya gelmişti.
—
Rica ederim, dedi sert bir sesle.
Elini
alnına götürüp kısaca selamladı ve büro olarak kullandığı masasına kuruldu.
Vereceğimiz ifadeyi kafamızda evirip çevirmeye devam ediyorduk. Kayıt işlemleri
başlamadan önce on beş dakikada ancak sıraya girebildik.
Şef
bir an, için tasnif ettiği kâğıtlardan kafasını kaldırıp doğruldu, ıslık
çalmaya başladı. Ezgi gittikçe keskinleşti. Bu bize söyleyeceği bir şeyler olduğu
anlamına geliyordu. Sustuk ve ne diyeceğini anlamak için yüzümüzü ona çevirdik.
Bir
müddet Almanca konuştuktan sonra tercüman bize söylediklerini izah etti.
Şef,
anlaşıldığı üzere işimizle ilgili talimatları bildirmekteydi. Bunun dışında,
bir önceki gün sayıları bir hayli çok olan esirlerin kayıtları yapılırken
gösterdiğimiz sabır için bize teşekkür ediyordu. Bu hızla devam edilirse
işlemlerin yarın ya da öbür gün bitmesini umuyordu. Çektiğimiz sıkıntıyı telafi
etmek adına hepimize birer tabaka sigara verilecekti.
Bir
sevinç uğultusu yükseldi. Tercümanın işaretiyle, Cormier dişleriyle uğraşmayı
bırakıp kapıyı açtı :
—
Sırayla ilk 20 kişi.
Baraka
boyunca dizilmiş bir yığın adamdan bir grup çözüldü, çivili postalların ağır
adımlarıyla bizden uzaklaştılar. İşlemler başlıyordu.
Beni
bir masanın başına diktiler. Görevim bir gün önce Fransa’dan gelen yoldaşlarıma
yığınla soru sormaktı. Her kişiye tek sayfalık birer kâğıt ayrılmıştı. Her kâğıt
sırasıyla 9 masada tur atıyor en sonunda da indeksi gösteren KGF fişiyle
damgalanıyordu. Son fişleri dolduran bir Belçikalıydı, işi benimkine göre daha
karışık ve zahmetliydi. Bir ara benden yavaşlamamı istedi. Kan ter içinde
kalmıştı.
Yerimden
ayrılıp, Cormier masaya kayıt için yeni bir adam gönderinceye kadar dışarıda
toprakta ayaklarımı dinlendirdim.
Temmuzdaydık.
Hava güzeldi. Tatlı bir güneş kuru toprağa hafifçe işliyordu. Doğudan yumuşak
bir rüzgâr esiyordu. Gözetleme kulesindeki nöbetçi ileri geri mekik dokurken
tüfeğinin namlusu güneş ışığında parlıyordu.
Bir
süre sonra masama geri döndüm. Az sonra yakacağım pipomu hevesle hazırlamaya
koyuldum. Belçikalı biraz rahatlamıştı. Şimdi işimize yeniden başlayabilirdik.
Çakımla
“Schreibstube” kurşun kalemini açtım, önüme bir fiş çektim. Kafamı kaldırmadan,
—
Sıradaki arkadaş, adın nedir, diye sordum.
—
Bilmiyorum.
Bu,
sessiz bir şekilde söylenmişti.
Merakla,
bana bu beklenmedik cevabı veren adamı süzdüm.
İriyarı
biriydi, zayıf fakat enerjik yüzlüydü, kırkından fazla göstermiyordu. Başının
önündeki kellik ve kaba sakalı ona kaygılı bir hava veriyordu. Sol yanağında
çirkin bir yara izi vardı. Artık kullanılmaz durumda olan kepini bir aptal gibi
ellerinin arasında sıkıştırırken kavgacı bir köpek gibi bakışlarını üzerimizde
gezdiriyordu. Kamuflajındaki kırmızı-siyah arma 6. istihkâm taburuna aitti.
—
Ne demek, bilmiyorum.
—
Bilmiyorum.
—
Ya evrakların?
Dalgınca
başını salladı.
—
Onları kayıp mı ettin?
—
Belki... Bilmiyorum.
—
Burada arkadaşın var mı?
Birden
tedirginleşti, bıyıkları titredi.
—
Ben... Bilmiyorum.
O
sırada masalardan birinde bekleyen ve bir an için bile kulağını bizden
ayırmayan serseri kılıklı genç bir çocuk yanıma geldi.
—
Huysuzun teki, dedi eğilerek (sesi tırmalanan bir kara tahta gibiydi, belalı
bir tip olduğunu kanıtlamak istercesine dudaklarını sıkarak konuşuyordu),
manyağın tekidir. Kafayı yiyeli bir ay oluyor. Çürüğe ayrılıp özgür olacağım
diye dümen yapıyor.
….
* Bu bir kaç sayfa okul harici yaptığım ilk çevirilerden, orjinal metni Dil-Tarih kütüphanesinin deposunda bulmuştum, sayfaları henüz açılmamış bir S.E.P.E baskısıydı :) (k.e.)
* Bu bir kaç sayfa okul harici yaptığım ilk çevirilerden, orjinal metni Dil-Tarih kütüphanesinin deposunda bulmuştum, sayfaları henüz açılmamış bir S.E.P.E baskısıydı :) (k.e.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder