LÉON
WERTH’E
Bu
kitabı bir büyüğe ithaf ettiğim için çocuklardan özür dilerim. Ciddi bir
mazeretim var: çünkü bu büyük, benim hayattaki en iyi arkadaşım. Başka bir
mazeretim daha var: bu büyük, her şeyi anlayabilir, çocuk kitaplarını bile.
Alın size bir de üçüncü mazeret: bu büyük Fransa’da yaşar, ama orada karnı aç
ve üşümekte. Teselliye hayli ihtiyacı var. Tüm bu mazeretlerim yetersizse, ben de
bu kitabı bu büyüğün bir zamanlar olduğu çocuğa ithaf etmek isterim. Her büyük ilk
başta küçük birer çocuktu. (Ne var ki bunu çok azı hatırlar.) Şu halde ithafımı
düzelteyim:
KÜÇÜKLÜĞÜNDEKİ
LEON WERTH'E
________________________________________________________________
YEDİNCİ
BÖLÜM
Beşinci gün, yine
koyunun sayesinde, küçük prensin sırrı benim için artık ortaya çıktı. Hiç
hazırlık konuşması yapmadan, bir problemi sessizlik içinde uzun uzun düşünmenin
sonucuymuş gibi, dan diye sordu:
— Bir koyun, çalı çırpı
yiyorsa, çiçek de yer mi?
— Bir koyun karşına ne
çıkarsa yer.
— Dikenli çiçekleri de
mi?
— Evet. Dikenli
çiçekleri bile.
— O halde dikenler ne
işe yarıyor?
Sorunun cevabını
bilmiyordum. Motorda feci derecede sıkılmış bir cıvatayı gevşetmeye çalışmakla
hayli meşguldüm. Ve arıza bana tahmin ettiğimden çok daha ciddi geldiği için
epeyce tasalıydım; git gide tükenmekte olan su beni fazlasıyla endişelendiriyordu.
— Dikenler, ne işe
yarıyor?
Küçük prens bir soru
sormayagörsün, ondan asla vazgeçmiyordu. Cıvata tepemi attırmıştı, gelişi güzel
bir cevap verdim:
— Dikenler hiçbir işe
yaramaz, bize kin güttükleri için
çiçeklerin dikeni var!
— Yaa...
Fakat bir müddet
sessizlikten sonra, sanki biraz hiddetle yeniden söze başladı:
— Sana inanmıyorum!
Çiçekler zayıftır. Onlar naiftir. Ellerinden nasıl gelirse kendilerini öyle
savunurlar. Dikenlerinin de korkunç birer silah olduğuna inanıyorlar...
Cevap vermedim. O an
kendime şöyle diyordum: “Şu cıvata hâlâ direnecek olursa, bir çekiç darbesiyle
belki onu yerinden oynatabilirim.” Fakat küçük prens düşüncelerimi bir kez daha
dağıttı.
— Peki ya sen, sen ne düşünüyorsun...
Çiçeklerin...
— Ama hayır! Ama hayır!
Ben bir şey düşünmüyorum! Öylesine cevap vermiştim. Şu anda ciddi işlerim var!
Aptalca yüzüme baktı.
— Ciddi işler!
Çekici elimde gördü,
parmaklarım makine yağıyla kararmıştı, ona çok çirkin gelen bir objenin üzerine
eğilmiştim.
— Büyükler gibi
konuşuyorsun!
Bu beni biraz
utandırdı, ama katı yüreklilikle ekledim:
— Her şeyi birbirine
karıştırıyorsun... Her şeyi karıştırıyorsun!
Gerçekten de çok
kızmıştı. Altın sarısı saçlarını rüzgâra savurdu:
— Pancar suratlı bir
beyin yaşadığı bir gezegen gördüm. Hayatında hiç çiçek koklamamıştı. Hayatında
hiç bir yıldıza bakmamıştı. Hayatında hiç bir insanı sevmemişti. Ömrü boyunca hesap
kitaptan başka şey yapmamıştı. O da bütün gün aynı senin gibi tekrar eder: “Ben
ciddi bir adamım! Ben ciddi bir adamım!” böyle dediği için kurumundan geçilmez.
Ama o bir adam değil, o bir mantar.”
— Bir ne?!
— Mantar!
Küçük prensin yüzü
öfkeden solgunlaşmıştı:
— Milyon yıllardır
çiçekler diken üretir. Milyon yıllardır koyunlar yine de çiçekleri yer. Hiçbir
işlerine yaramayan bu dikenleri üretmek için onca zahmete neden katlandıklarını
öğrenemeye çalışmak, ciddi bir iş değil mi yani? Koyunlar ve çiçekler
arasındaki savaş önemli değil mi? Kırmızı suratlı büyük bir beyefendinin hesap
kitaplarından daha önemli ve ciddi değil mi bu? Ve ben, gezegenim haricinde,
dünyada hiçbir yerde bulunmayan biricik bir çiçek biliyorsam, ve bir koyunun;
tam da şöyle, ne yaptığını bilmeden, tek hamlede onu yok edebileceğini
biliyorsam, bu önemli değil, öyle mi?!
Öfkeden kızarmıştı,
yeniden başladı:
— Birisi milyonlarca ve
milyonlarca yıldızda sadece bir tek örneği olan bir çiçeği seviyorsa, mutlu
olması için yıldızlara bakması yeter. Çünkü o kendi kendine şöyle der: “Çiçeğim
orada bir yerlerde...” Fakat koyun o çiçeği yerse, bu onun için tüm yıldızların
aniden sönüvermesi demektir! Bu da önemli değil yani!
Daha fazla bir şey
diyemedi. Aniden hıçkırıklara boğuldu. Hava kararmıştı. Araç gereçlerimi
nihayet bırakmıştım. Artık çekiçimle, cıvatamla, susuzlukla ve de ölümle gayet
güzel dalga geçiyordum. Bir yıldızın üzerinde, bir gezegende, benimki, yani
Dünya’da konuşacak küçük bir prens vardı! Onu kollarıma aldım. Kucağımda salladım.
Ona şöyle diyordum: “Sevdiğin çiçek tehlikede değil... Koyununa bir burunluk çizeceğim...
Çiçeğin için de bir zırh... Ve de...” Artık ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Çok
kötü hissediyordum. Ona nasıl ulaşabileceğimi, ya da yetişebileceğimi bilmiyordum...
Gözyaşı ülkesi ne kadar da gizemli...
_______________________________________________________________________________
* Küçük Prens çevirenler kervanında ben de varım; teliften düştüğü yıl bu kitabı ben de bir yayınevi için çevirmiştim, yeni kurulan bir yayıneviydi basmaya fırsatları olmadı. (k.e.)
* Küçük Prens çevirenler kervanında ben de varım; teliften düştüğü yıl bu kitabı ben de bir yayınevi için çevirmiştim, yeni kurulan bir yayıneviydi basmaya fırsatları olmadı. (k.e.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder