3 Nisan 2017 Pazartesi

Küçük Prens | İthaf ve Yedinci Bölüm*

LÉON WERTH’E

Bu kitabı bir büyüğe ithaf ettiğim için çocuklardan özür dilerim. Ciddi bir mazeretim var: çünkü bu büyük, benim hayattaki en iyi arkadaşım. Başka bir mazeretim daha var: bu büyük, her şeyi anlayabilir, çocuk kitaplarını bile. Alın size bir de üçüncü mazeret: bu büyük Fransa’da yaşar, ama orada karnı aç ve üşümekte. Teselliye hayli ihtiyacı var. Tüm bu mazeretlerim yetersizse, ben de bu kitabı bu büyüğün bir zamanlar olduğu çocuğa ithaf etmek isterim. Her büyük ilk başta küçük birer çocuktu. (Ne var ki bunu çok azı hatırlar.) Şu halde ithafımı düzelteyim:


KÜÇÜKLÜĞÜNDEKİ LEON WERTH'E 


________________________________________________________________

YEDİNCİ BÖLÜM


Beşinci gün, yine koyunun sayesinde, küçük prensin sırrı benim için artık ortaya çıktı. Hiç hazırlık konuşması yapmadan, bir problemi sessizlik içinde uzun uzun düşünmenin sonucuymuş gibi, dan diye sordu:
— Bir koyun, çalı çırpı yiyorsa, çiçek de yer mi?
— Bir koyun karşına ne çıkarsa yer.
— Dikenli çiçekleri de mi?
— Evet. Dikenli çiçekleri bile.
— O halde dikenler ne işe yarıyor?
Sorunun cevabını bilmiyordum. Motorda feci derecede sıkılmış bir cıvatayı gevşetmeye çalışmakla hayli meşguldüm. Ve arıza bana tahmin ettiğimden çok daha ciddi geldiği için epeyce tasalıydım; git gide tükenmekte olan su beni fazlasıyla endişelendiriyordu.
— Dikenler, ne işe yarıyor?
Küçük prens bir soru sormayagörsün, ondan asla vazgeçmiyordu. Cıvata tepemi attırmıştı, gelişi güzel bir cevap verdim:
— Dikenler hiçbir işe yaramaz, bize kin güttükleri için  çiçeklerin dikeni var!
— Yaa...
Fakat bir müddet sessizlikten sonra, sanki biraz hiddetle yeniden söze başladı:
— Sana inanmıyorum! Çiçekler zayıftır. Onlar naiftir. Ellerinden nasıl gelirse kendilerini öyle savunurlar. Dikenlerinin de korkunç birer silah olduğuna inanıyorlar...
Cevap vermedim. O an kendime şöyle diyordum: “Şu cıvata hâlâ direnecek olursa, bir çekiç darbesiyle belki onu yerinden oynatabilirim.” Fakat küçük prens düşüncelerimi bir kez daha dağıttı.
—  Peki ya sen, sen ne düşünüyorsun... Çiçeklerin...
— Ama hayır! Ama hayır! Ben bir şey düşünmüyorum! Öylesine cevap vermiştim. Şu anda ciddi işlerim var!
Aptalca yüzüme baktı.
— Ciddi işler!
Çekici elimde gördü, parmaklarım makine yağıyla kararmıştı, ona çok çirkin gelen bir objenin üzerine eğilmiştim.
— Büyükler gibi konuşuyorsun!
Bu beni biraz utandırdı, ama katı yüreklilikle ekledim:
— Her şeyi birbirine karıştırıyorsun... Her şeyi karıştırıyorsun!
Gerçekten de çok kızmıştı. Altın sarısı saçlarını rüzgâra savurdu:
— Pancar suratlı bir beyin yaşadığı bir gezegen gördüm. Hayatında hiç çiçek koklamamıştı. Hayatında hiç bir yıldıza bakmamıştı. Hayatında hiç bir insanı sevmemişti. Ömrü boyunca hesap kitaptan başka şey yapmamıştı. O da bütün gün aynı senin gibi tekrar eder: “Ben ciddi bir adamım! Ben ciddi bir adamım!” böyle dediği için kurumundan geçilmez. Ama o bir adam değil, o bir mantar.”
— Bir ne?!
— Mantar!
Küçük prensin yüzü öfkeden solgunlaşmıştı:
— Milyon yıllardır çiçekler diken üretir. Milyon yıllardır koyunlar yine de çiçekleri yer. Hiçbir işlerine yaramayan bu dikenleri üretmek için onca zahmete neden katlandıklarını öğrenemeye çalışmak, ciddi bir iş değil mi yani? Koyunlar ve çiçekler arasındaki savaş önemli değil mi? Kırmızı suratlı büyük bir beyefendinin hesap kitaplarından daha önemli ve ciddi değil mi bu? Ve ben, gezegenim haricinde, dünyada hiçbir yerde bulunmayan biricik bir çiçek biliyorsam, ve bir koyunun; tam da şöyle, ne yaptığını bilmeden, tek hamlede onu yok edebileceğini biliyorsam, bu önemli değil, öyle mi?!
Öfkeden kızarmıştı, yeniden başladı:
— Birisi milyonlarca ve milyonlarca yıldızda sadece bir tek örneği olan bir çiçeği seviyorsa, mutlu olması için yıldızlara bakması yeter. Çünkü o kendi kendine şöyle der: “Çiçeğim orada bir yerlerde...” Fakat koyun o çiçeği yerse, bu onun için tüm yıldızların aniden sönüvermesi demektir! Bu da önemli değil yani!
Daha fazla bir şey diyemedi. Aniden hıçkırıklara boğuldu. Hava kararmıştı. Araç gereçlerimi nihayet bırakmıştım. Artık çekiçimle, cıvatamla, susuzlukla ve de ölümle gayet güzel dalga geçiyordum. Bir yıldızın üzerinde, bir gezegende, benimki, yani Dünya’da konuşacak küçük bir prens vardı! Onu kollarıma aldım. Kucağımda salladım. Ona şöyle diyordum: “Sevdiğin çiçek tehlikede değil... Koyununa bir burunluk çizeceğim... Çiçeğin için de bir zırh... Ve de...” Artık ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Çok kötü hissediyordum. Ona nasıl ulaşabileceğimi, ya da yetişebileceğimi bilmiyordum... Gözyaşı ülkesi ne kadar da gizemli...

_______________________________________________________________________________

* Küçük Prens çevirenler kervanında ben de varım; teliften düştüğü yıl bu kitabı ben de bir yayınevi için çevirmiştim, yeni kurulan bir yayıneviydi basmaya fırsatları olmadı. (k.e.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder