Pastiches
et Mélanges
-Pastişler ve Seçme Yazılar-
Marcel PROUST
Gallimard, 1919
[Bu yazının pdf ve epub versiyonunu Archive.org'tan indirebilirsiniz.]
BİR BALZAC ROMANINDA
1907’nin son aylarından birinde, Paris
aristokrasisi kaymak tabakasının (mösyö Talleyrand’ın deyimiyle, doğa
biliminden Roger Bacon’un piskoposu ve hükümdarı olduğu, Avrupa’nın o en parlak
kalburüstü takımının) bir süredir hücum ettiği Espard Markizi “hengâme”lerinden
birinde, Marsay Rastignac, Vandenesse kontu Felix, Rhétoré ve Grandliue
dükleri, kont Adam Laginski, mösyö Octave de Camp ve Lord Dudley, markizin
kıskançlığını uyandırmadan, Cadignan prensesinin etrafında daire olmuşlardı.
Rakiplerinin en göz alıcı süsler olacağını bile bile evini seçkinler için bir
uğrak mekânı haline getirme gereksiniminden, takıp takıştırmaya duyduğu merakı,
kibrini, hatta aşkını feda etmek zorunda kalması, acaba aslında ev sahibesinin
– dünyevi başarının bu Mont-Carmel rahibesinin — faziletlerinden biri olamaz
mı? Tam da bir azizeye yaraşan bir davranış değil mi bu? Yoksa kendisi, elde
etmesi hayli pahalıya patlayan şu sosyal cennetteki payını hak etmiyor mu?
Markiz, – Navarreinlerin, Lenancourtların, Chaulieuların müttefiki
Blamont-Chauvry’den soylu bir genç hanım – her yeni gelene, Claude Bernard’ı
saymazsak çağımızın en büyük bilgini, aynı zamanda Lavater’in öğrencisi olmuş
Desplein’in, incelemesi için kendisine uzatılmış eller içinde en derinlikle
ölçülüp biçilmişi olduğunu bildirdiği narin elini uzatıyordu. Derken kapı büyük
romancı Daniel d’Arthez’in önünde açıldı. Sadece aynı anda hem Lavoisier’in hem
de - organik kimyanın kurucusu - Bichat’nın dehasına sahip manevi dünyası geniş
bir fizikçi büyük adamların adımlarındaki o özel tınıyı oluşturan elementleri
ayrıştırmakta başarılı olabilir. Arthez’in adımlarındaki tınıyı duyduğunuzda
titremeden yapamazdınız. Sadece soylu bir deha ya da büyük bir kanun kaçağı bu
şekilde yürüyebilirdi. Oysa deha, geçmişin âdetlerine karşı işlenen,
zamanımızın, suçun kendisine göre çok daha katı bir biçimde cezalandırdığı bir
çeşit suç değil midir, bu sebeptendir ki bilginler artık zindanlardan daha
beter hastanelerde can veriyor.
Athénais, en yakın arkadaşının elinden
çalmak için fırsat kolladığı aşığın burada evinde boy göstemesine sevinmemişti.
Ama renk vermeden, yüksek sosyeteden hanımların kalbinize bir hançer
sapladıkları anda bile muhafaza ettikleri o akıl almaz soğukkanlılıkla
prensesin elini sıktı. Ve ona,
— Mösyö d’Arthez geldiği için sizin
adınıza sevindim, sevgili dostum, dedi. Kendisi epey şaşıracak, zira sizin
burada olacağınız aklına gelmezdi.
— Mösyö Rubempré’yi burada bulacağını
ummuştur şüphe yok ki, onun yeteneğine hayrandır, diye yanıtladı Diane;
alayların en iğneleyicisini gizleyen sevimli bir dudak büzmeyle, zira madam
Espard’ın kendisini terk ettiği için Lucien’i affetmediği herkes tarafından
biliniyordu.
— Yaa öyle mi, meleğim, diye yanıtladı
markiz şaşkın bir rahatlıkla, buradaki insanlara engel olamayız, Lucien, küçük
Esgrignon ile aynı kaderi paylaşmak zorunda, diye ekledi; prenses için her
kelimesi bıktırıcı birer iğneleme olan sözlerindeki kötücüllüğe orada bulananları
da karıştırarak. (Antikalar Odası’na
bakınız)
—
Mösyö Rupempré hakkında mı konuşuyorsunuz, diye araya girdi, mösyö Nueil’in
ölümünden beri insan içine çıkmamış, taşrada uzun süredir yaşayan insanlara
özgü bir alışkanlıkla, yeni öğrendiği bir havadisle Parislileri şaşırttığında
bayram edecek vikontes Beauséant. "Onun Clotilde de Grandlieu ile nişanlandığını
biliyor muydunuz?"
Herkes vikontese susmasını işaret etti,
madam Sérizy’nin hâlâ habersiz olduğu bu evlilik onu ümitsizliğe
sürükleyebilirdi.
— Duyalı çok oldu, ama yanlış bir
evlilik olabilir, diye yeniden söze başladı vikontes; tam olarak ne sakarlık
yapmış olabileceğini anlamadan, bu kadar ispatlayıcı davrandığına pişman
olmuştu.
— Söyledikleriniz beni şaşırtmadı, diye
ekledi, zira Clotilde’in çekicilikten nasibini bu denli az almış birisine
tutulmasını hayretle karşılamıyorum.
— Tam aksi, kimse sizinle aynı fikirde
değil Claire, diye sesini yükseltti prenses; kendilerini dinleyen kontes
Sérizy’i göstererek.
Madam Sérizy ile Lucien’in ilişkisi
hakkında tamamiyle bilgisiz olduğundan vikontes bu sözlerden hemen hiçbir şey
anlamamıştı.
— Çekici değil, diyerek sözlerini
yumuşatmayı denedi, çekici değil... en azından genç bir kız için.
— Bir düşünün, diye bağırdı d’Arthez,
Faubourg Saint-Germain hizmetçilerine özgü bir hareketsizlikle önünde bekleyen,
“ateş” lakaplı Beaudenord’un meşhur uşağı Paddy’e (Prenses Cadignan’ın Sırları’na bakınız) paltosunu vermeden önce.
"Evet, bir düşünün," diye tekrar etti uzun boylu adam, büyük
düşünürlerin, yüksek tabakanın üstü kapalı ikliyüzlülüğü ile yüz yüze
kaldıklarında gülünç bulunan o coşkusu ile.
— Ne oluyor? Ne düşünmemiz lâzım, diye
sordu Marsay hafif alayla, Felix de Vandenesse’e ve Galathion prensine o çifte
anlamlı bakışı atarak; MADAM ile çok uzun zamandır yakın dostluğu olanlara
özgü, hakiki bir ayrıcalıktı bu.
— Kalın
olursa! dedi içi içine sığmayan baron de Nucingen, şaşalı sözlerin
yardımıyla kendilerine has bir tarzı oldukları ve Maxim de Traillesların,
Marsayların ağzıyla konuştukları havası verdiklerine inanan sonradan görmelerin
o korkunç bayağılığı ile, ensen kalın
olursa, Meclis’te fakir fukaranın gerçek koruyucusu olursun![2]
(Ayrıca ünlü yatırımcının, d’Arthez’e
kin beslemek için özel sebepleri vardı; Arthez, Esther’in eski aşığı, karısını
- Goriot’nun küçük kızı - Diane Maufrigneuse’ün evine kabul ettirmek için boş
yere çabalarken ona yeterince destek olmamıştı.)
—
E-hem, ö-höm, monsenyörleri düşünmem gereken tam olarak nedir söylerlerse
bundan büyük mutluluk duyarım.
— Hiç, diye yanıtladı d’Arthez
bekletmeden, sözüm markize.
Bu öyle haince iğneleyici bir tonda
söylenmişti ki, en densiz elçilik sekreterlerimizden Paul Morand’ın şöyle
mırıldanmasına neden oldu: "Bizden çok daha güçlü!" Alaya alındığını
hisseden baronun sırtına bir soğukluk yürüdü. Madam Firmiani, Polonya
endüstrisinin şaheserlerinden pantufleleri içinde terliyordu. D’Arthez az önce
sahnelenen ve ancak Paris hayatının pek derinlikle sunabileceği (bu da taşranın
Fransa’ya neden oldukça az devlet adamı kazandırdığını açıklıyor) komediyi fark
etmemiş gibi göründü, güzel Nègrepelisse’te duraklamadan, en büyük engelleri
alt edebilecek (güzel ruhlar için kalbin engelleri ile boy ölçüşebilecek engel
var mıdır?) o korkunç soğukkanlılıkla doğrudan Madam Sérizy’e yöneldi:
— Madam, kısa bir süre önce elmas
üretiminin sırrı keşfedildi.
— İşte buna definenin üstüne oturmak denir, diye bağırdı bu haberle
gözleri kamaşan baron.
— Fakat ben önceden de üretiliyor
sanıyordum, diye yanıtladı Léontine naifçe.
Sağbeğeni sahibi bir hanım olarak madam
de Cadignan, oradaki burjuvalar kimya hakkındaki bilgilerini bönce etrafa
saçtıkları bir laf tantanasına giriştiklerinde, tek kelime etmekten sakındı.
Ancak Madam de Sérizy, Diane’nın gözlerinde, kontesi tamamiyle içine alan soylu
bir bakış varken, büyük bir cehaleti açığa çıkartan cümlesini henüz
bitirmemişti. Bu bakışı resmetmeyi sadece Rafael başarabilirdi. Ve bunu
başarabilseydi, tuvalleri içinde en göze çarpanı olan ve alimler katında onu
André del Sarto’dan daha üstün bir seviyeye koyan, meşhur Fornarina’sınının, karşısına koyabilecek bir eser meydana getirmiş
olurdu.
Takip edecek ve az önce anlattığımız
sahnenin giriş bölümü mahiyetinde faydalı olabilecek dramı anlayabilmek için
bir kaç açıklayıcı cümle gerekiyor. 1905 senesinin sonunda Fransa ve Almanya
arasındaki ilişkilere korkunç bir gerilim hakim olmuştu. Gerek II. Guillaume
Fransa’ya gerçekten savaş ilan etmeyi tasarladığından, gerekse İngiltere ile
olan ittifakımızı bozmak için böyle bir kanı uyandırmaktan başka gayesi
olmadığından Almanya büyükelçisi geri çağrılma mektuplarını Fransız hükümetine
takdim etme emrini aldı. Dolayısıyla seferberliğin kapıda olduğu haberini alan
finans kralları borsada fiyatlar düşecek umudu ile hava oyunu oynamaya başladı.
Borsada hatırı sayılır meblağlar kaybedildi. Bütün bir gün boyunca,
Parislilerin ancak öğleden sonra saat dörtte duyduğu, şansölye Delcassé’nin
görevden alındığı haberini, bakan arkadaşı Marsay’dan gizlice öğrenen banker
Nucingen’e çok düşük fiyata aldığı ve o zaman bu zamandır elinde tuttuğu hazine
bonoları satıldı.
Baldızını baştan çıkarmak istediği
Tillet (Bir Havva Kızı’na bakınız),
Florine’n aşığı olmasına rağmen, ona Borsa hakkında yalan haber yaptırıncaya
kadar savaşın ihtimaline dahi inanmayan Raoul Nathan, artık gazetesinde ne
pahasına olursa olsun barışı savunuyordu.
Döneminin Napolyon’dan sonra en güçlü
adamı Mareşal Montcornet’nin, tarihçiler tarafından uzun bir süre bilinmeyen
müdahelesi olmasa Fransa’nın yıkıcı bir savaşa girmesine ramak kalmıştı.
Böylece Napolyon, saltanatının en büyük fikri, İngiltere’ye çıkartma yapma
planını bir türlü hayata geçiremedi. Napolyon, Montcornet bu iki isim arasında
gizemli bir çeşit benzerlik yok mu? Gizli bir bağ ile birbirlerine bağlı
olmadıklarını söylemekte temkinli davranırdım. Tüm büyük meseleleri anlamayı
denemeden bunlara kuşkuyla yaklaştıktan sonra zamanımızın varacağı yer belki de
Leibniz’in önceden-kurulu uyumudur. Dahası, İngiltere’de devasa elmas işinin
başındaki adamın adı Werner’di, Julius Werner, Werner! Size de bu isim tuhaf
bir biçimde Ortaçağ’ı akla getiriyormuş gibi gelmiyor mu? Bu ismi duyar duymaz,
Marguerite ile ya da onsuz, kimyasallar erittiği kaplarına eğilen Faust
gözlerinizin önüne gelmiyor mu? Felsefe taşı fikrine delâlet etmiyor mu bu?
Werner! Julius! Werner! İki harf değiştirin ve karşınızda Werther’i bulun! Werther Goethe’nindir.
Lemoine’dan faydalanan bu Julius Werner,
yaver giden bir talihin kılavuzluk ettiği, adları Geoffroy Saint-Hilaire,
Cuvier, Korkunç İvan, Büyük Pierre, Şarlman, Berthollet, Sphalanzani, Volta olan
olağanüstü dediğimiz o adamlardandı. Şartları değiştiriverin onların da sonu
Mareşal d’Ancre, Balthazar Cleas, Pugatchef, Le Tasse, Motte kontesi ya da
Vautrin gibi olur. Fransa’da hükümetin mucitlere verdiği buluş belgesinin kendi
başına bir değeri yoktur. Bizde büyük her türlü endüstriyel girişimi
kötürümleştiren sebebi de bunda aramak gerekir. Devrimden önce, Sechardlar, o
basım devleri, Angoulème’de hâlâ ahşap matbaa makineleri kullanıyordu ve
Cointet kardeşler ikinci matbaa beratını almakta kararsızdı. (Kayıp Hayaller’e bakınız.) Şüphe yok ki
Lemoine’nin kendisini tutuklamaya gelen jandarmalara verdiği yanıtı çok az kişi
anlayabilmiştir. "Ne ? Avrupa beni terk mi ediyor?" diye bağırdı
sahte mucit derin bir dehşet içinde. Akşam olduğunda yayılan bu söz bakan
Rastignac’ın seçkinler çevresinde pek göze çarpmadı.
— Bu adam acaba çıldırmış mı? dedi
şaşkın Granville kontu.
Dava vekili Bordin’in eski yardımcısı
gayet tabii ki bu davada savcılık adına söz almak zorundaydı, zira ortanca
kızının banker du Tillet ile evlenmesiyle, Vandanesselerle ortkalığının
kendisine kaybettirdiği yeni hükümet çevresindeki saygınlığını bir süredir
tekrar kazanmaya başlamıştı, v.s. v.s.
1] Aradan geçen on yılda Lemoine’ın, gerçeğe aykırı bir biçimde, elmas üretmeyi keşfettiğini ve Beers’in başkanı sir Julius Werner’den bir milyondan fazlasını kopartarak, onun şikayeti üzerine 6 Temmuz 1909’da altı yıla mahkum edildiğini belki de unutmuşsunuzdur. Ceza mahkemesinin bu önemsiz fakat vaktiyle kamuoyunu cezbetmiş davası bir akşam tarafımca, tamamen tesadüfen, belli sayıda yazarın tarzını taklit etmeyi deneyeceğim parçaların yegâne teması olarak seçildi. Küçük de olsa pastişler hakkında açıklama yaparak bunların etkisini azaltma rizki ile karşı karşıya kalıyoruz, haklı gururları incitmekten kaçınmak adına pastişi yapılmış yazarın sadece kendi aklınca değil, zamanının dili ile de konuşuyor saydığımızı hatırlatmak isterim. Örneğin Saint Simone’daki iyi yürekli adam, iyi yürekli kadın kelimeleri aynı samimi ve koruyucu anlamı bugün hiç de taşımıyor. Hatıralarında Saint-Simon, sonsuz bir saygı beslediği, Chaulnes dükü için rahatça iyi yürekli adam Chaulnes der ve pek çok kişi için aynı tâbiri kullanır. (M.P)
* Balzac pastişiyle, Lemoine Davası'ndaki hazır çevirilerim sona erdi; sıradaki yazarlar, Edmond de Goncourt, Michelet, Emile Faguet, Ernest Renan ve Saint-Simon; fırsat buldukça kalan kısımları çevirip yayınlayacağm. (k.e.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder