Le
Piano Fantome
Max
JACOB
Le
Roi de Béotie - Beotie’nin
Kralı başlıklı romandan
Editions
de la Nouvelle Revue Français (NRF),
1921.
HAYALET PİYANO
Yeşillikler içindeki villalar ve küçük kasabalar Guichin
yöresinde yirmi kilometre boyunca her yere serpişmiştir. Yazın yollar epey
canlanır. Bisikletlerin yanında yabancı arabalar
boy gösterir: tayyare görüldüğü bile olmuştur! Bir ırmağın, ki
Fransa’nın en sevimlilerindendir, kenarı
boyunca şatolar yükselir; şato ahalisi kanolarda balık avlar ya da küçük kayık
yarışları düzenler.
Kırın güneşin altında uykudaymış gibi göründüğü bir Pazar
sabahı, iki adam Guichin’e 18 km kala büyük X. yolunda sendeleyerek
ilerlemekteydi. Orgçu Proche ve yardımcısı Péronneau. Orgçu aynı zamanda çalgı
yapıp satan Proche yazlıkçı Guichinlilere ve geçici olarak orada bulunan yabancılara
piyano kiralıyordu; her sabah piyanolarını akord etmek için kıra giderdi; müşterilerine yetişemeyecek olduğunda Péronneau’yu yanına
alırdı. Bunlar daima sarhoş gezen ama
bunu müşteri topluluklarına çaktırmayacak yeteneğe de sahip olan, bir kez yola
düştüler mi çılgınlıkların ve şansonların neşesi ile eğlenmekten kendilerinden
geçen esmer iki kısa boylu adamdı. Çoğu zaman gidecekleri yere yürüyerek
giderlerdi, zira yolcu arabası ile yapacakları dönüş yolunun parasını kabarelerde
yemiş olurlardı.
“Sayın rektörüm[1], huzurunuzdan
haşa ama, hızlı yürümeyin! Hızlı yürümeyin! Çok hızlı yürüyorsunuz!”
– Ee napacaktım ya, benim yiğit Proche’um! O gelemeyen
sizdiniz değil mi?! Geçen Pazar, akşam duasında göremedim sizi! Galiba artık
sizi orgçu olarak yanımızda tutamayacağız.
– Sayın rektörüm, siz de gayet iyi görüyorsunuz ki çok hızlı
yürüyorsunuz, ama durduğunuza göre… Bi tek atmalık bir şeyler çıkmaz mı sizden.
Bizde kuruş kalmadı da.
– Ben, sarhoşluğa teşvik etmek, hayatta olmaz. Buyrun dört
kuruş, ama bilin ki liyakatsizlik denir buna.
Bir handa içmeye başladılar,
içerde arabası kapının önünde bekleyen bir de balık satıcısı vardı.
Proche ve Péronneau balık satıcısına gerçek bir flüt ve düdük resitali verdi: zira
ceplerinde her zaman bir kaç enstrüman bulunurdu. Ayrıca eğlendirici hikâyeler
anlattılar: 'kontra do'sunu kaybeden piyanistin hikâyesi, delirten diyapazon ve
de repertuarlarından binlercesi. Heyecanlanan balık satıcısı onları bırakmak
istemedi: “Nereye gidiyorsunuz? Z***ye gitmiyor musunuz, siz?” Proche ve
Péronneau derhal Z***’de bir kontesin piyanosunun akortsuz olduğunu hatırladı. Sabah
güneşinde yola çıktılar. Yüksek arabaya gelişigüzel bağlanmış balık sepetleri
yerlerinde zıplıyordu; Proche ve Péronneau “Ne istemiştiniz?” ve “Neye bulaştım ben böyle?”
hikayelerini anlatıyordu. Barberin kontesinin şatosuna vardılar, karşılıklı
durup yüzlerine üflediler, pek de alkol kokmadıklarına kanaat getirince ana kapıyı
çaldılar. Kapı kapalıydı. Parktan dolaştılar fakat buradaki kapı da iki tur
zincir ve koca bir asma kilitle kilitlenmişti. Bunun üzerine Proche bir nağra
attı:
“Anasını sattığımın haydutları! Piyanom bana lazım! Beş yüz
ederi var iki
yüze almıştım;
yirmi franklarını da vermeyeceğim,
yok yahu on beşe kiralamıştım.
Duvardan atlayacağım, ama onu bulabilecek miyim, kim bilir ne halde, akortluydu
da.”
Ustasından daha az sarhoş olan Péronneau duvarın oldukça
yüksek olduğunu gözlemleyebilmişti, kamyon olmadığından taşıyamayacaklarına
göre piyanoyu yerinden kaldırmanın da pek bir yararı olmayacaktı.
“Karışma!
Derdin ne senin!? Ben sanki sırtımda taşımaya hevesliyim! Satacağım piyanoyu. Satacağım
onu! Bu muhitte satamazsam, başka yerde satarım. Taşımaya şareta[2]
bulamayacağımızı mı sanıyorsun...
Bir sigara yakayım. Ne?! İtiraz mı ediyorsun? Karışma! Derdin ne senin! Bu
duvarın arkasında bir piyanom var benim. Benim mi değil mi, evet mi hayır mı; benimse
satmaya da hakkım var demektir. Git de bana bir şareta bul,
yoksa sekiz günlüğünü alır basit bir balık satıcısıymışsın gibi yollanırsın. Ulan
tütünüm bitmiş! Olsun, kontes Barberin’in piyanosunu sattığımda bize şehre
dönünceye yetecek kadar tütünümüz, hem de kıyılmış tütünümüz olacak. Git de şareta bul, bir
iki tane de merdiven, iki tane olması bir tane olmasından daha iyi olur elbette.
– Sabahın köründe kime satacaksınız piyanoyu, patron?
– Karışma! Derdin ne senin! Ticari faaliyetler ne zamandan beri astların idaresinde?
– Astlar mı, ben mi?... Astı da yapıştırdınız bize!
– Ağlama ağlama, gel gidiyoruz. Sixtine şapelinin aşağısında villa
inşaatı var. Şeytan habitimizin kuyruğundan
yakalamazsa, oradan dört merdiven iki de şareta
çıkartmak
isterim.
Öğlen olduğunda akortçu ve yaveri bir katmerli zakkum yığının
içine yuvarlanmış, duvarın diğer tarafında birer adet şareta ve merdiveni
unutarak derin bir uykuya dalmışlardı. Köpek havlamaları ve yaklaşan bir adamın
sövüp saymaları ile uyandılar.
“Tam da ayine gideceğim vakit, serserilerin istilasına uğramışız
iyi mi! Ne halt ediyorsunuz burada, size diyorum size!
– Ne dedin! Bırak da uyuyum. Karışma! Derdin ne senin! Ne
istiyorsun benden!
– Hemen buradan tozlayın yoksa jandarma çağırırım.
– Af buyrun, mösyö! Madam Kontes Barberin’in piyanosunu akort
etmeye geldik biz, malikanenin güzelliğinden büyülenip, otların içinde uykuya
dalmışız.
– Piyano mu? Haa tamam! Siz mösyö Proche musunuz? Ama madam
Proche da bu sabah onu almaya geldi, sulh yargıcının karısına satacakmış. Hatta
satmış olmalı, sanırım elli franka!
– Vay alçak!
--bitti---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder