11 Nisan 2017 Salı

Hayalet Piyano | Max Jacob

Le Piano Fantome
Max JACOB
Le Roi de Béotie - Beotie’nin Kralı başlıklı romandan
Editions de la Nouvelle Revue Français (NRF), 1921.



HAYALET PİYANO



Yeşillikler içindeki villalar ve küçük kasabalar Guichin yöresinde yirmi kilometre boyunca her yere serpişmiştir. Yazın yollar epey canlanır. Bisikletlerin  yanında yabancı arabalar boy gösterir: tayyare görüldüğü bile olmuştur! Bir ırmağın, ki Fransa’nın en sevimlilerindendir,  kenarı boyunca şatolar yükselir; şato ahalisi kanolarda balık avlar ya da küçük kayık yarışları düzenler.
Kırın güneşin altında uykudaymış gibi göründüğü bir Pazar sabahı, iki adam Guichin’e 18 km kala büyük X. yolunda sendeleyerek ilerlemekteydi. Orgçu Proche ve yardımcısı Péronneau. Orgçu aynı zamanda çalgı yapıp satan Proche yazlıkçı Guichinlilere ve geçici olarak orada bulunan yabancılara piyano kiralıyordu; her sabah piyanolarını akord etmek için kıra giderdi; müşterilerine  yetişemeyecek olduğunda Péronneau’yu yanına alırdı. Bunlar daima sarhoş gezen  ama bunu müşteri topluluklarına çaktırmayacak yeteneğe de sahip olan, bir kez yola düştüler mi çılgınlıkların ve şansonların neşesi ile eğlenmekten kendilerinden geçen esmer iki kısa boylu adamdı. Çoğu zaman gidecekleri yere yürüyerek giderlerdi, zira yolcu arabası ile yapacakları dönüş yolunun parasını kabarelerde yemiş olurlardı.
“Sayın rektörüm[1], huzurunuzdan haşa ama, hızlı yürümeyin! Hızlı yürümeyin! Çok hızlı yürüyorsunuz!”
– Ee napacaktım ya, benim yiğit Proche’um! O gelemeyen sizdiniz değil mi?! Geçen Pazar, akşam duasında göremedim sizi! Galiba artık sizi orgçu olarak yanımızda tutamayacağız.
– Sayın rektörüm, siz de gayet iyi görüyorsunuz ki çok hızlı yürüyorsunuz, ama durduğunuza göre… Bi tek atmalık bir şeyler çıkmaz mı sizden. Bizde kuruş kalmadı da.
– Ben, sarhoşluğa teşvik etmek, hayatta olmaz. Buyrun dört kuruş, ama bilin ki liyakatsizlik denir buna.
Bir handa içmeye başladılar, içerde arabası kapının önünde bekleyen bir de balık satıcısı vardı. Proche ve Péronneau balık satıcısına gerçek bir flüt ve düdük resitali verdi: zira ceplerinde her zaman bir kaç enstrüman bulunurdu. Ayrıca eğlendirici hikâyeler anlattılar: 'kontra do'sunu kaybeden piyanistin hikâyesi, delirten diyapazon ve de repertuarlarından binlercesi. Heyecanlanan balık satıcısı onları bırakmak istemedi: “Nereye gidiyorsunuz? Z***ye gitmiyor musunuz, siz?” Proche ve Péronneau derhal Z***’de bir kontesin piyanosunun akortsuz olduğunu hatırladı. Sabah güneşinde yola çıktılar. Yüksek arabaya gelişigüzel bağlanmış balık sepetleri yerlerinde zıplıyordu; Proche ve Péronneau “Ne istemiştiniz?” ve “Neye bulaştım ben böyle?” hikayelerini anlatıyordu. Barberin kontesinin şatosuna vardılar, karşılıklı durup yüzlerine üflediler, pek de alkol kokmadıklarına kanaat getirince ana kapıyı çaldılar. Kapı kapalıydı. Parktan dolaştılar fakat buradaki kapı da iki tur zincir ve koca bir asma kilitle kilitlenmişti. Bunun üzerine Proche bir nağra attı:
“Anasını sattığımın haydutları! Piyanom bana lazım! Beş yüz ederi var iki yüze almıştım; yirmi franklarını da vermeyeceğim, yok yahu on beşe kiralamıştım. Duvardan atlayacağım, ama onu bulabilecek miyim, kim bilir ne halde, akortluydu da.”
Ustasından daha az sarhoş olan Péronneau duvarın oldukça yüksek olduğunu gözlemleyebilmişti, kamyon olmadığından taşıyamayacaklarına göre piyanoyu yerinden kaldırmanın da pek bir yararı olmayacaktı.
“Karışma! Derdin ne senin!? Ben sanki sırtımda taşımaya hevesliyim! Satacağım piyanoyu. Satacağım onu! Bu muhitte satamazsam, başka yerde satarım. Taşımaya şareta[2] bulamayacağımızı mı sanıyorsun... Bir sigara yakayım. Ne?! İtiraz mı ediyorsun? Karışma! Derdin ne senin! Bu duvarın arkasında bir piyanom var benim. Benim mi değil mi, evet mi hayır mı; benimse satmaya da hakkım var demektir. Git de bana bir şareta bul, yoksa sekiz günlüğünü alır basit bir balık satıcısıymışsın gibi yollanırsın. Ulan tütünüm bitmiş! Olsun, kontes Barberin’in piyanosunu sattığımda bize şehre dönünceye yetecek kadar tütünümüz, hem de kıyılmış tütünümüz olacak. Git de şareta bul, bir iki tane de merdiven, iki tane olması bir tane olmasından daha iyi olur elbette.
– Sabahın köründe kime satacaksınız piyanoyu, patron?
– Karışma! Derdin ne senin! Ticari faaliyetler  ne zamandan beri astların idaresinde?
– Astlar mı, ben mi?... Astı da yapıştırdınız bize!
– Ağlama ağlama, gel gidiyoruz. Sixtine şapelinin aşağısında villa inşaatı var. Şeytan habitimizin kuyruğundan yakalamazsa, oradan dört merdiven iki de şareta çıkartmak isterim.
Öğlen olduğunda akortçu ve yaveri bir katmerli zakkum yığının içine yuvarlanmış, duvarın diğer tarafında birer adet şareta ve merdiveni unutarak derin bir uykuya dalmışlardı. Köpek havlamaları ve yaklaşan bir adamın sövüp saymaları ile uyandılar.
“Tam da ayine gideceğim vakit, serserilerin istilasına uğramışız iyi mi! Ne halt ediyorsunuz burada, size diyorum size!
– Ne dedin! Bırak da uyuyum. Karışma! Derdin ne senin! Ne istiyorsun benden!
– Hemen buradan tozlayın yoksa jandarma çağırırım.
– Af buyrun, mösyö! Madam Kontes Barberin’in piyanosunu akort etmeye geldik biz, malikanenin güzelliğinden büyülenip, otların içinde uykuya dalmışız.
– Piyano mu? Haa tamam! Siz mösyö Proche musunuz? Ama madam Proche da bu sabah onu almaya geldi, sulh yargıcının karısına satacakmış. Hatta satmış olmalı, sanırım elli franka!
– Vay alçak!



--bitti---








[1] Papaz okulu müdürü.
[2] İki ya da üç kişinin çektiği oklu küçük araba. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder