27 Mart 2017 Pazartesi

"Moby Dick"ten bir parça*

....
Ahab’ın görünümündeki katı yüreklilik ve yüzündeki mor leke beni fazlasıyla etkilemişti, daha ilk anda ona hakim olan bu sertliğin sadece vücudunu kısmen ayakta tutan bu vahşi beyaz bacaktan kaynaklanmadığını anladım. Bu fildişi bacağın denizde iken,  balinanın cilalanmış çene kemiğinden yapıldığını duymuştum. ‘Tabii ya, Japonya’da gemisinin direği kırılmıştı,’ demişti Gay-Head’li ihtiyar kızılderili, ‘ o da bunun için eve geri dönmek yerine onu orada yaptırdı, bacaklarını da. Onlardan daha bir sürü var.’
Asla vazgeçmediği ayrıksı duruşu dikkatimi çekiyordu. Peqoud’nun kıç güvertesinde döşemede, direği dik tutmaya yarayan mizana halatının oldukça yakınında, yaklaşık yarım inç çapında, burguyla açılmış bir delik vardı. Ahab’ın takma bacağı buraya  giriyordu; Kaptan burada bir eli havada, bir halatı kavramış bir şekilde dimdik durarak, geminin dalgalarla yükselip alçalan pruvasından uzaklara bakardı. İleri doğru korkusuzca sabitlenmiş bu bakışlar sanki vazgeçirelemez bir inatçılık ve sonsuzluğa adanmış sarsılmaz bir kahramanlıkla kutsanmıştı. Tek bir kelime söylemiyordu; ne de çalışanları ona bir şey soruyordu; bununla birlikte her an, hareketlerinden ve sözlerinden huzursuz oldukları anlaşılıyordu, zira acı çeken bir lider tarafından izlendiklerinin bilincinde olmak onlar için dayanılmaz olmalıydı. Hepsi bu kadarla kalsa iyi, bu küskün yıkık Ahab çarmıha gerilmiş gibi karşılarında dururken, yüzünde krallara özgü, görkemli, büyük bir keder beliriyordu.
Dışarı bu ilk çıkışından kısa bir süre sonra kamarasına geri döndü. Ancak o sabahtan sonra, tayfalar onu her gün gördü; ya o sabit yerinde ayakta durur ya da fildişi sandalyesinde otururdu bazen de güçlükle güverteyi adımlardı. Gökyüzündeki kapanıklık azaldıkça, hoşgörülülüğü az da olsa kendini gösterdi, gün geçtikçe o köşeye çekilmiş halinden çıkmaya başladı; sanki gemi denize açıldığından beri herkesten uzak olmasının sebebi havaya hakim olan kış soğuklarıydı. İnzivası böylece sona erdi, öyle ki artık zamanının çoğunu dışarıda geçiriyordu; ancak hava güzelken, güvertede söyledikleri ve yaptıklarıyla, herhangi bir tayfadan daha yararlı olmadığı aşikardı. Ancak Pegoud o sırada sadece yol alıyordu; böyle bir geminin boş gezmesi nadirdir, ikinci kaptanlar bu durumdan istifade ederek, balina avı için gerekli tüm hazırlıkları tamamlamıştı, çoğu iş ona gerek duyulmadan halledildiği için Ahab’a yapacak pek bir şey kalmıyordu, bu fasılada Ahab’ın tepesinde sanki küme küme bulutlar birikiyordu, bulutların kaplamak için en yüce dorukları seçmesi gibi.
Yine de, çok geçmeden, iyiden iyiye ısınan hava, içimizde mutluluğa olan inancı kuvvetlendirdi, bu tatlı mevsim sanki onu kederinden çekip alıyordu. Dans eden kırmızı-yanaklı iki kıza benzeyen Nisan ve Mayıs ayı, bir kış evine ya da el değmemiş bir ormana nasıl girerse; en zayıf, en sert, üzerine en çok yıldırım düşmüş yaşlı bir meşe bir anda bu ziyaretçileri mutlulukla karşılamak için nasıl canlılıkla yeşil tomurcuklarını açarsa, Ahab da en sonunda tatlı bir kıza benzeyen bu havanın eğlenceli çekiciliğine az da olsa kendini kaptırdı. Bakışlarında çoğu kez soluk çiçekler beliriyordu, oysa bunlar başka her insanda, bir gülümsemeyle canlanabilecek çiçeklerdi.
....

* sekiz-dokuz yıl kadar önce hazırladığım bir deneme metni. k.e.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder