....
Ahab’ın
görünümündeki katı yüreklilik ve yüzündeki mor leke beni fazlasıyla
etkilemişti, daha ilk anda ona hakim olan bu sertliğin sadece vücudunu kısmen
ayakta tutan bu vahşi beyaz bacaktan kaynaklanmadığını anladım. Bu fildişi
bacağın denizde iken, balinanın
cilalanmış çene kemiğinden yapıldığını duymuştum. ‘Tabii ya, Japonya’da
gemisinin direği kırılmıştı,’ demişti Gay-Head’li ihtiyar kızılderili, ‘ o da
bunun için eve geri dönmek yerine onu orada yaptırdı, bacaklarını da. Onlardan
daha bir sürü var.’
Asla
vazgeçmediği ayrıksı duruşu dikkatimi çekiyordu. Peqoud’nun kıç güvertesinde döşemede,
direği dik tutmaya yarayan mizana halatının oldukça yakınında, yaklaşık yarım
inç çapında, burguyla açılmış bir delik vardı. Ahab’ın takma bacağı buraya giriyordu; Kaptan burada bir eli havada, bir
halatı kavramış bir şekilde dimdik durarak, geminin dalgalarla yükselip alçalan
pruvasından uzaklara bakardı. İleri doğru korkusuzca sabitlenmiş bu bakışlar
sanki vazgeçirelemez bir inatçılık ve sonsuzluğa adanmış sarsılmaz bir
kahramanlıkla kutsanmıştı. Tek bir kelime söylemiyordu; ne de çalışanları ona
bir şey soruyordu; bununla birlikte her an, hareketlerinden ve sözlerinden
huzursuz oldukları anlaşılıyordu, zira acı çeken bir lider tarafından
izlendiklerinin bilincinde olmak onlar için dayanılmaz olmalıydı. Hepsi bu
kadarla kalsa iyi, bu küskün yıkık Ahab çarmıha gerilmiş gibi karşılarında
dururken, yüzünde krallara özgü, görkemli, büyük bir keder beliriyordu.
Dışarı
bu ilk çıkışından kısa bir süre sonra kamarasına geri döndü. Ancak o sabahtan
sonra, tayfalar onu her gün gördü; ya o sabit yerinde ayakta durur ya da
fildişi sandalyesinde otururdu bazen de güçlükle güverteyi adımlardı.
Gökyüzündeki kapanıklık azaldıkça, hoşgörülülüğü az da olsa kendini gösterdi,
gün geçtikçe o köşeye çekilmiş halinden çıkmaya başladı; sanki gemi denize
açıldığından beri herkesten uzak olmasının sebebi havaya hakim olan kış
soğuklarıydı. İnzivası böylece sona erdi, öyle ki artık zamanının çoğunu dışarıda
geçiriyordu; ancak hava güzelken, güvertede söyledikleri ve yaptıklarıyla,
herhangi bir tayfadan daha yararlı olmadığı aşikardı. Ancak Pegoud o sırada
sadece yol alıyordu; böyle bir geminin boş gezmesi nadirdir, ikinci kaptanlar
bu durumdan istifade ederek, balina avı için gerekli tüm hazırlıkları tamamlamıştı,
çoğu iş ona gerek duyulmadan halledildiği için Ahab’a yapacak pek bir şey
kalmıyordu, bu fasılada Ahab’ın tepesinde sanki küme küme bulutlar birikiyordu,
bulutların kaplamak için en yüce dorukları seçmesi gibi.
Yine
de, çok geçmeden, iyiden iyiye ısınan hava, içimizde mutluluğa olan inancı
kuvvetlendirdi, bu tatlı mevsim sanki onu kederinden çekip alıyordu. Dans eden
kırmızı-yanaklı iki kıza benzeyen Nisan ve Mayıs ayı, bir kış evine ya da el
değmemiş bir ormana nasıl girerse; en zayıf, en sert, üzerine en çok yıldırım
düşmüş yaşlı bir meşe bir anda bu ziyaretçileri mutlulukla karşılamak için
nasıl canlılıkla yeşil tomurcuklarını açarsa, Ahab da en sonunda tatlı bir kıza
benzeyen bu havanın eğlenceli çekiciliğine az da olsa kendini kaptırdı.
Bakışlarında çoğu kez soluk çiçekler beliriyordu, oysa bunlar başka her
insanda, bir gülümsemeyle canlanabilecek çiçeklerdi.
....
* sekiz-dokuz yıl kadar önce hazırladığım bir deneme metni. k.e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder