10 Mart 2018 Cumartesi

Petrus Borel | GOTTFRIED WOLFGANG | ilk sayfalar


PÉTRUS BOREL
GOTTFRIED WOLFGANG
Troisième  Caché de Vulturne
Paris,
1941.
[ilk basım, 1843]


I

Bir süredir Boulogne’da bulunuyordum, şehirden ayrılma vaktim yaklaştığından bir sabah otelcim kibarca yanıma geldi, bana oldukça kabarık bir tomar kağıt sunarak şöyle dedi:
– Buyrun beyfendi, size bunları takdim etmeme izin verin, elbette siz bunların içinden en işe yararlarını çıkartmayı benden daha iyi bilirsiniz. Oldukça sessiz, epey garip genç bir İngiliz burada kalıyordu: iki yıl önceydi bu söylediklerim. Bir akşam dışarı çıktı; dalgakırana doğru gittiğini görmüşler, o zamandan bu yana kendisinden tek bir haber alamadım. Bu kağıtlar benim himayemde kaldı, kişisel tüm eşyaları da, aman ne eşya, hepsi küçük bir bavula rahatlıkla sığar...  Zavallı genç adam, gecesini gündüzünü düşünmek ve yazmakla geçirirdi!
Parlak ve zaferlerle dolu bir kariyerden sonra, nice başkası gibi, şüphe yok ki tatlı bir ölümü hayal etmiş bu genç yabancının tuhaf sonu, sırrını sadece yok olmaya gittiği denizin dalgalarının bildiği bu oldukça ayrıksı, anlaşılması güç acı, beni fazlasıyla etkilemişti; içimde hüzünlü bir heyecan hissediyordum; odama kapandım, ve az önce bana teslim edilmiş kağıtları, kavgada yenik düşmüş - geri dönmemek üzere kaybolmuş, yitip gitmiş - bir zihnin hüzünlü son kalıtlarını, hayal kırıklığına uğramaya hazır bir ruh haliyle, ancak bitmek bilmez bir iştahla karıştırmaya başladım. Kendime şöyle diyordum: önümdeki sayfaların bir kaç tanesini unutulmaktan kurtarma imkanım olursa bu, talihsiz genç adamın hayali için en azından bir teselli olurdu, bu hayal, beni ardında bıraktıklarına el sürecek kadar gözüpek bularak, o an mutlaka etrafımda dönüyor olmalıydı!...
Üstünkörü düzeltilmiş şiirlerden bir yığının ortasında, birbiriyle alakasız ve devamı gelmeyen, fakat daima ulu ve batıl, belli bir karakterde izler taşıyan her türde elyazması parçalarının içinde tarihsiz ve başlıksız küçük bir defteri keşfetmekte gecikmedim, bu deftere, neredeyse okunmaz bir tarzda aşağıdaki tuhaf hikaye yazılmıştı.
Bu garip kompozisyon acaba bilinmeyen genç adama mı aitti? Bir Alman’ın yahut Fransa’dan gelmiş birinin dumanlı beyninin eseri olan, ve genç adamın hasta ruhunu cezbetmiş olması muhtemel akılalmaz bir metinden yaptığı bir imitasyon ya da çeviri olabilir miydi? Bilmiyorum... Talih onu ellerimin arasına bıraktıysa ben de aynen aktarıyorum. – Bu, hangi kaçığa aitse, açıklasın. Açıklasın ki bir an önce cezasını bulsun.

II

Fransız Devrimi zamanlarıydı. Fırtınalı bir gece, herkesin uygunsuz olarak nitelendirebileceği bir saatte, genç bir Alman eski Paris’i arşınlayarak sessizce evine dönüyordu; şimşekler gözünü almaktaydı, gök gürlemeleri, yıldırım sesleri her yeri inletiyor, bitik semtin kıvrımlı sokaklarında yankı buluyordu. Fakat öncelikle genç Saksonyalım hakkında bir kaç şeyden bahsetmeme izin verin.
Gottfried Wolfgang iyi aileden gelen genç bir adamdı. Bir süre Gottingen’de okudu, fakat acayip düşüncelere meyilli, kendinden geçmeye her an hazır olduğundan Alman gençliğini pek çok kez yoldan çıkarmış spekülatif öğretilere kendini kaptırmıştı. Sürdüğü münzevi hayat, dikkatinin sürekli bir şeylerde olması ve araştırmalarının kendine has doğası ahlaki ve fiziksel tüm yetilerini usul usul etkilemeye başlamıştı. Sağlığı bozulmuştu, hayalgücü ise artık hastaydı. Soyut hayallerine ruhani temeller tayin edecek kadar ileri gitmişti, sonunda Swedenborg gibi etrafında boy atan ideal bir dünya meydana getirdi; böylece bu şuurunu kaybetmişliği içinde onu yok etmek için fırsat kollayan kötü bir gücün, ölümcül bir ruhun durmadan başının üzerinde döndüğüne hükmetti. Melankoliye çoktan teslim olmuş mizacına tesir eden bu ipe sapa gelmez fikir en acınacak neticeleri de beraberinde getirdi. Artık yabanileşmiş, iç karartıcı bir yılgınlığa kapılmıştı; maruz kaldığı mental hastalık açığa çıkmakta gecikmedi, ve yer değiştirmek bu endişe verici hali için en etkili ilaç olabileceğinden, eğitimini tamamlamak için Paris fırtınasının ve ihtişamının göbeğine yollandı.
Wolfgang başkente vardığı sırada, devrimcilerin ilk ayaklanmaları patlak vermişti. Zamanın siyasi fikirleri ve felsefelerince ele geçirilmiş, kendinden geçmiş zihni ilk başta bu popüler çılgınlığın tarafında saf tuttu. Fakat sonradan vuku bulan kanlı sahneler, zaten hassas olan, dünyadan ve toplumdan bıkmış tabiatını hayli yaraladı, böylece keşişlere özgü alışkanlıklarına geri döndü ve öğrenci mahallesinin merkezinde, eski Sorbonne’a pek de uzak olmayan karanlık bir sokaktan seçtiği ıssız bir eve kapandı. Wolfgang bir kez daha gözde kurgularını dizginleyemiyordu. Arada bir aziz hücresinden dışarı çıkıyorsa bu sadece günler boyunca, Paris’in koca kitap ambarlarına, yazarların o nem kapmış yeraltı gömütlerine, düşüncenin o yeraltı Romalarına kapanmak içindi, buralarda adeta hastalıklı ruhunun açlığını gidermek için besin peşinde en tozlu yazmaların, miyadı dolmuş büyücü kitaplarının sayfalarını huşu ile  çeviriyordu. Öğrencimiz (bu zevkten yoksun tâbirimden dolayı beni mazur  görün) ölmüş bilimin ve bozulmuş edebiyatın kemiklik mahzeninde git gide şişmanlayan bir çeşit edebi vampir gibiydi.
İnzivaya olan eğilimine rağmen Gottfried coşkulu ve tat almayı bilen bir mizaca sahipti, ama bu ancak ruhu üzerinde etkisini gösterebiliyordu. Cinsellikte ilerleyebilmek için oldukça içine kapalı ve tecrübesizdi, ancak tutkulu bir güzellik hayranı olduğunu kabul ediyordu. Çoğu zaman gördüğü formlar ve figürler ile ilgili bitmek bilmez hülyalara dalıyordu; hayalgücü her türlü gerçekliğe üstün gelen yüksek niteliklerle süslediği idoller yaratıyordu.
….


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder