ROBERT LOUIS STEVENSON
BEGGARS
Scribner’s Magazine
Mart 1888
DİLENCİLER
Gençliğimde,
şirin ve havadar, tepelik geniş bir arazide has bir dilenci ile tanışma şansım
oldu. Her ne kadar ona dilenci desem de o dilenme işini (çoğu zaman ağızları açık olan)
ceketi ve ayakkabılarına devretmişti. Atletik bir adamın enkazıydı, uzun boylu,
zayıflıktan çökük yanaklı, esmer tenliydi; verem içini kemirmişti ve ölümün
çoktan darbeyi indirdiği yüzünde endişe verici bir gülümseme vardı; fakat bacaklarının
üzerinde hala sağlamdı, selam durmaya her an hazırmış gibi, askeri, çevik
tavırlarını korumuştu. Bu bölgeden üç yol geçiyordu; ben her zaman aynı yoldan
gitmediğimden öyle sanıyorum ki çoğu zaman beni boşuna beklemiş olmalı. Yine de
yeterince düzenli bir biçimde beni bulur, yeterince düzenli bir biçimde yolun
kenarında pusuya yattığı bir yerlerden bir sıçrayışta aniden önüme çıkar, derhal
aklına estiği gibi konuşmaya başlar, adımlarını benimkilere uydurur ve
ilerleyen istikamette bana eşlik ederdi. “Hafif bir sağnak riski olsa da güzel
bir sabah, bayım. Umarım sizi iyi görüyorumdur, bayım. Maalesef bayım, ben
dilediğim kadar sağlıklı hissetmiyorum kendimi, ama her zamankinden daha kötü
olacağımı da sanmıyorum artık. Yolda sizinle karşılaştığıma sevindim bayım.
İnanın o küçük sohbetlerimizden birini yad ediyordum ben de.” Kendi sesini
aşırı ölçüde seviyordu, söylediğiniz her
ne olursa olsun (ne kadar köle gibi olabileceğini gösteren bir
yumuşaklıkla) sizi tasdik etmeye daima
hazırdı, ancak sözünüzü bitirmenize asla tahammül edemezdi. En çok sevdiği
sohbet konusuna geçiş yapmak için nasıl bir bağlantı bulabiliyordu artık
hatırlamıyorum, fakat oldukça militer bir havada İngiliz şairler hakkında atıp
tutmayı yolda birlikte yürümeye başlamamızdan çok önce adet edinmiş olmalıydı. “Fikirlerinde ateizmden
izler olsa da Shelley, mükemmel bir şairdi bayım. Shelley’nin Kraliçe Mab’ı bayım, neredeyse ateist bir eserdir. Scott, bayım, çok şairane bir yazar değil.
Shakespeare’in çalışmalarını pek bilmiyorum bayım, fakat o da büyük bir şair. Keats,
- John Keats, bayım - o da büyük bir
şairdi. Bu tip mülahazalarla, bu denli alışılageldik kritiklerle, bilgi
haznesiyle gösteriş yapmaktan duyduğu neşeyle, yolu daha katlanılabilir hale
getiriyordu; sımsıkı tuttuğu değneğini yeniden büründüğü genç asker canlılığı
ile gür bir sesin çıktığı göğsüne ya da böğrüne yaslayarak ya da dengeli bir
biçimde havada tutarak koca adımlarla yokuşu tırmanıyordu, bu sırada botları
ayak parmaklarının, gömleği dirseklerinin, gülümsemesi ise ölümün ortaya
çıkmasına izin verirdi, tuhaf karkası ise öksürük nöbetleriyle sallanırdı.
Çoğu kez eve kadar bütün yolu benimle birlikte teperdi, bunu
çoğunlukla kitap ödünç almak için yapardı ve bu, her zaman bir şiir kitabı
olurdu. Sonra hemen adımını alır, cilt yırtık pırtık ceketinin cebine kaymış
halde, yolda dilenmeye dönerdi; kitap onda her ne kadar uzun, oldukça uzun bir
süre kalsa da, eninde sonunda, dilenciler alemine yaptığı seyahatten fazla acı
çekmemiş olarak bana geri dönerdi. Şüphe yok ki, bilgisi böyle zenginleşti, ilk
başta yapay ve rastgele olan eleştirileri böyle derinlik kazandı. Ancak başvurduğu
ilk kitaplık benimki değildi: ağzı, Shelley ve ateistik Kraliçe Mab’ıyla ve
“Keats, John Keats bayım”la laf yapmaya ilk karşılaşmamızdan çok önce
başlamıştı. Kendime sık sık bu bilgileri nasıl edinmiş olabileceğini sormuş, nasıl
olup da dilenciliğe kadar düştüğünü sık sık merak etmişimdir. Başka pek çok
insan gibi kimi yerlerin isimleri ve “çok zor bir işti, bayım”, “hava fena
sıcaktı” ya da biri hakkında “çok iyi bi kumandandı” haricinde bir şey
söyleyemediği tüm Hint Ayaklanması boyunca görev yapmıştı. Ama basit bir er
olarak kalamayacak kadar zeki bir adamdı, olayların doğal seyri göz önünde
bulundurulacak olursa rütbesinin yükselmiş olması gerekirdi. Ayrıca kendisine
bağlanmış bir maaş yoktu. Ne zaman bu meseleyi açacak olsam, çekingen bir
edayla bana nasihetlerde bulunmakla yetiniyordu: “Bir adam gençliğinde oldukça
temkinli olmalıdır, bayım. Eğer şöyle söylememi af buyurursanız, sizin gibi
cesur genç bir centilmen, çok daha temkinli olmalıdır. Galiba ben din-karşıtı
fikirlere meyletmiş bir hoppaydım.” Zira (bizim günümüzde kabul etmeye meyilli
olduğumuzdan çok daha derin bir içgörü
ile) agnostisizm ile vur patlasın çal oynasın tarzı yaşamayı bir tutuyordu.
Keats, - John Keats, bayım – ve Shelley en gözde ozanlarıydı. Ona hiç Rossetti’den
bahsettim mi bilmiyorum, fakat beğenisini gayet iyi bildiğimden, böyle yapsam,
eminim bu yazara hayran olurdu. Onu baştan çıkaran, ifade biçimindeki
zenginlikti; şaşırtan şeyi, beklenmedik
kelimeyi, bir cümlenin dalgalı ahengini, alfabenin basit harflerinin içinde (hiçbir
şey hakkındaki) belli belirsiz bir duyguyu: dilin büyüleyiciliğini seviyordu. Dürüst
kafasının içi neredeyse bomboştu, zekası ise bir çocuğunki kadardı, ve en
sevdiği yazarları okuduğunda okuduğunu
hemen hiç anlayamamıştı. Beğenisi sadece saf değildi, aynı zamanda kendine
hastı. Ona romanlar tavsiye etmemin yararı olmuyordu, hiçbirinin yüzüne bakmadı;
şu anlamadığı romantik dil haricinde hiçbir şeye ehemmiyet göstermiyordu.
Bu durum sandığımızdan çok daha yaygın olabilir. Bir devlet
hastanesinde arkadaşımın yatağına komşu yataktaki bir çocuğun hali aklıma
geliyor, hastaneye zaten zar zor kendini atabilmiş çocuk (belki de kalan son
parasıyla) birisini kendisine Shakespeare’in ucuz bir baskısını almaya
göndermiş. Bu arkadaşımın kulak kabartmasına yetmiş ve yeni komşusuyla hemen
sohbet etmeye koyulmuş. Kitap geldiğinde ise sıradışı bir keşif yaptığına
şaşırmamış. Zira bu yüksek edebiyat aşığı cümlelerden on ikide birini ancak
anlayabiliyormuş ve en çok sevdiği cümle en az anladığı imiş –Hamlet’te
hayaletin ağzından düşürmediği taklit edilemez palavralar. Arkadaşım bu
herkesçe sevilmiş jargonu açıklamaya giriştiğinde hastanede de güzel bir
günmüş: arkadaşımın öyle umuyorum ki yerine getirmeye son derece uygun olduğu
bir görevdi bu, zira hiç de kolay bir iş değildir. Bay Shakespeare’e, büyük
kelimelerin o aşığına, bir iki hususu sormaktan büyük mutluluk duyardım, acaba Ay’ın göz kırpmalarını
tekrar ziyaret edebilmiş miydi, ya da ben kendi kendime Elizabeth’in o
ferah günlerine uzanan geçmişe doğru bir tırmanış gerçekleştirebilir miydim? Fakat
bu konuda, Blackfriars tiyatrosunda yerimi almak için soruşturmamı
ertelerdim,
….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder