21 Şubat 2018 Çarşamba

René Daumal | Büyük İçki Alemi | Önsöz ve ilk sayfalar

RENÉ DAUMAL
LA GRANDE BEUVERIE
NRF (Gallimard)
1938

BÜYÜK İÇKİ ALEMİ


Kullanma Kılavuzu Maiyetinde
ÖNSÖZ

Açık bir düşüncenin dile getirelemez olabileceğini kabul etmiyorum. Yine de işin görünürü bana karşı çıkıyor, zira nasıl ki bedenin bir raddeden sonra umursamadığı belli bir acı yoğunluğu varsa, ki beden  o şiddetindeyken acıya iştirak etse, belki de tek hıçkırıkta küle dönerdi, acının da kendi başına uçup gittiği nihai bir nokta vardır, düşünce de böyle, kelimelerin artık yer almadığı, belli bir yoğunluğa sahip. Kelimeler düşüncenin belli bir kesinliğine karşılık gelir, gözyaşlarının acının belli bir seviyesine karşılık gelmesi gibi. En belirsiz olan adlandırılamayandır,  en belirgin olan ise dile sığmaz. Ancak burada bahsettiğimiz esasında sadece görünürden ibaret. İfade biçimi düşüncenin ancak ortalama bir yoğunluğunu dile getiriyorsa, bu, insanlığın ortalamasının bu yoğunluk seviyesinde düşünmesindendir; onun yetindiği yoğunluk, benimsediği kesinlik derecesi budur. Dolayısıyla anlaşılmayı bir türlü beceremiyorsak, burada suçlanması gereken kullandığımız araç değildir.
Açık bir ifade biçimi üç koşul gerektirir: ne demek istediğini bilen bir konuşmacı, uyanık haldeki bir dinleyici, ve bunların ortak oldukları bir dil. Fakat bu ifade biçiminin, cebirsel bir önermede olduğu gibi açık ve net olması yeterli değildir. Sadece mümkün olmayan, gerçek olan bir içeriğe de sahip olmalıdır. Bunun için de dördüncü bir unsur olarak, konuşan ve dinleyenler arasında bahsi geçen mevzu ile ilgili ortak bir deneyim olması gerekir. Bu ortak deneyim kelime dediğimiz paraya bir değiş-tokuş değeri katan bir altın rezervidir; bu ortak deneyim rezervi olmadan tüm sözlerimiz karşılıksız birer çek gibidir; cebir, tam anlamıyla, entelektüel, büyük bir kredi işleminden başka bir şey değildir, sahte-paracılığın yasal olanıdır çünkü kabul görmüştür: herkes onun bir amacı olduğunu ama kendinden başka bir anlamı da olduğunu bilir, ki bu anlam da aritmetikseldir. Ancak ifade biçimi “o gün yağmur yağıyordu” ya da “üç iki daha beş eder” dediğimde olduğu gibi, aritmetiksel olmakla, halen açıklık ve içerik kazanmaz; çünkü halihazırda bir amacı ve gerekliliği olması gerekir.
Şöyle diyecek olursak, ifade biçiminden konuşmaya, konuşmadan gevezeliğe, gevezelikten, boş laf kalabalığına düşeriz. İfade biçimlerinin bu karışıklık ve anlaşılmazlığı içinde, insanlar, her ne kadar ortak deneyimleri olsa da, meyvelerini değiş-tokuş edebilecekleri bir dile artık sahip değillerdir. Ayrıca ne zaman ki bu karmaşa çekilmez bir hal alır, kelimelerin artık hakiki bir deneyimin altınını muhafaza etmeyen sahte paralar oldukları, açık ama boş, evrensel diller icat ederiz; bu diller sayesindedir ki, çocukluğumuzdan itibaren boğazımıza kadar yanlış bilgilerle dolarız. Babil karmaşası ve bu steril Esperanto arasında seçim yapmak mümkün değil. Burada anlaşmazlığın bu iki biçimini, özellikle de ikincisini betimlemeye çalışacağım.


BİRİNCİ BÖLÜM

KELİMELERİN GÜCÜ VE DÜŞÜNCENİN ZAYIFLIĞI ÜZERİNE SIKINTILI BİR DİYALOG


I

İçtiğimizde vakit geçti. Hepimiz başlamak için tam da zamanı diye düşünüyorduk. Önceden olanlar, artık hatırlanmıyordu. Sadece, vakit geç olalı çok oldu deniyordu. Kimin nereden geldiği, yerkürenin hangi noktasında olduğumuz, buranın gerçekten yerküre olup olmadığı, (lâkin herhalükârda bir noktada değildik) hangi senenin hangi ayının hangi gününde olduğumuz tahayyülümüzün dışındaydı artık. Susadığınızda böyle sorular sormazsınız.
Susadığınızda, içmek için fırsat kollarsınız, bunun dışındaki her şeye ise sadece dikkat ediyormuş gibi görünürsünüz. Sonradan sonraya, yaşadıklarınızı tam olarak anlatabilmek işte bu yüzden hayli zordur. Geçmişte meydana gelmiş olayları aktarırken ne açıklığa ne de düzene sahip olan o ana açıklık katmak, onu bir düzene sokmak hayli iştah kabartıcıdır. İştah kabartıcı ve tehlikelidir. İşte vaktinden önce filozof böyle olursunuz. İmdi, olanları, söylenenleri ve düşünülenleri, olduğu gibi, anlatmaya çalışacağım. Tüm bunlar ilk başta sizlere kaotik ve kapalı gelirse cesur olun: akabi sadece fazlasıyla düzenli ve açık olacak. Anlatımın açıklığı ve düzenini o haliyle de somutluktan uzak bulursanız, içiniz yine rahat olsun: yüreğe su serpen kelimelerle bitireceğim.

II

Yoğun bir duman tabakasının içindeydik. Şömine kötü çekiyordu, aşırı yaş odunun ateşi can sıkıyordu, kandiller havada yağlı bir duman bırakmaktaydı, tütün bulutları mavimrak katmanlar halinde ve yüz hizasında enine uzuyordu. On kişi miyiz, bin kişi miyiz artık belli değildi. Kesin olan tek şey vardı, o da yalnızdık. Şu da var, çalı çırpının ardından gelen koca ses, o geceye özgü içici ağzında sese böyle diyorduk, biraz yükselmişti. Basbayağı bir çalı çırpı yığının, ya da bizküvi kutularının arkasından geliyordu, duman ve yorgunluk nedeniyle bundan emin olmak zordu; ve şöyle diyordu:
— Yalnız olduğunda, mikrop (insan diyecektim), kardeş bir ruh ister, ona eşlik etsin diye durmadan ağlanıp sızlanır. Kardeş ruh gelirse, iki olmaya dayanamazlar ve iç münakaşalarının nesnesi ile bir olabilmek için her ikisi  de alev gibi tutuşmaya başlar. Sağduyu yok: biri, iki olmak,  ikisi ise bir olmak istiyor. Kardeş ruh gelmezse, o da ikiye bölünür, kendine şöyle der: naber moruk, kendi kendinin kollarına atılır,  iç dış olur ve kendini bir şey veyahat kimse sanar. Aranızda ortak olan tek şey var, o da yalnızlık; yani her şey de hiçbir şey de size bağlı.
Bu sözler yerinde bulundu fakat kimse konuşanı görmeyi dert etmiyordu. İçmekten başka bir şey düşünmüyorduk. Henüz, bizi daha çok susatan berbat bir boğma rakıdan başka bir şey de içmemiştik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder