21 Şubat 2018 Çarşamba

Emmanuel Bove | Bir Apartman Dairesi Etrafında Yolculuk | [1]

EMMANUEL BOVE
VOYAGE AUTOUR D’UN APPARTEMENT
Les Annales Politiques et Littéraires,
1 Mayıs 1928.

BİR APARTMAN DAİRESİ ETRAFINDA YOLCULUK
[1. kısım]

Çalışmaya başlamak Pierre Vilbert için her zaman sorun olmuştu. genç adam kararsız adımlarla dairesinde bir oraya bir buraya gider kâh sigara yakmak kâh sabah hareketinin henüz başlamadığı çamurlu Observatoire Bulvarı'na bakmak kâh uyandığı anlaşılsın diye arada bir uzun uzun gerinmek için olduğu yerde dururdu. Günün ilk saatlerini böyle öldürüyordu.
Vilbert ve karısı Margueritte bu daireye bir kaç ay önce, yıldönümünü kutladıkları evliliklerinin hemen akabinde yerleşmişlerdi. Evi bulduklarında henüz bekârdılar, ama alışlagelmediği üzere tutmakta güçlükle karşılaşmadılar.
Pierre Vilbert otuz yaşındaydı. Pek çok dergi ve gazeteye öykü ve makale yazıyordu. Sakin bir taşra kentinde geçen gençliği, ona kalıt olarak yapmacıksız bir hava ve en bayağı, en sıkıcı manzaraları kıpır kıpır, kocaman kentlere dönüştürmeye yarayan müstesna bir hayalgücü bırakmıştı. Çocukken sıradan bir halı Pierre’in gözlerinde uçsuz bucaksız bir çöl haline gelirdi; küçük çocuk kendini o koca sonsuzlukta nokta gibi küçülmüş, nereye gittiğini bilmeden dolaşırken görürdü. Şimdi elbette yaşı gereği o kadar küçülemiyordu. Ama hayallere dalmayı bırakmamıştı, bakışlarını herhangi bir eşyaya sabitlediğinde bu eşya olmadık şekiller almakta gecikmezdi. Böylece kulaklarını bir uğultu kaplar, hafif bir sis gözlerinin önünde dalgalanmaya başlardı. Böyle anlarda hanımı onu rahatsız etmekten mutlaka kaçınmalıydı, zira Pierre Vilbert’e göre bu haller yaracıtılığı körükleyen sıradışı bir sayrılıktan önce geliyordu.
Pierre Vilbert durmadan sigara yakar, hole gidip gelirdi. Yapacak bir şeyi olmadığı zamanlar, kitapların arasında tembellik etmeyi, kâğıt küreği ayıklamayı, içerideki eşyaların yerini değiştirmeyi severdi. Ağzı açık, bakır bir fıçı şemsiyelik görevi görüyordu. Bu fıçı Güney Fransa’ya yaptıkları bir seyahatte karısının aldığı çerçeveli duvar saatinin yanında hayli kaba duruyordu. Hol dairenin ortasındaydı. Her odanın girişi buradandı, odalar arasında başka bağlantı olmadığından genç evliler her an holden geçmek zorunda kalıyorlardı. Dolayısıyla evin bu giriş bölümü öte beriyle dolup taşmakta gecikmedi. Yerine götürmekte tembellik ettikleri her şeyi buraya bırakıyorlardı. Askılı bir fener elektrik ampulünü maskelemekteydi. Eşyadan geçilmiyordu; ziyaretçiler paltolarını nereye bırakacaklarını bilemezlerdi. İçi kutularla dolu bir bröton dolabı duvarlardan birini tamamen kaplamıştı ve yatak odasının girişine taşıyordu, ne mutlu ki odanın kapısı içeri açılıyordu. Uzun ince bir halı, mutfak ve yemek odası arasında kısa bir patika meydana getirmişti. Marguerite  elektrikli kapı zili yerine, farklı farklı sesler çıkartan bir dizi zil istemişti. Misafir, kordonu çektiğinde, ziller çınlamaya başlıyor, git gide zayıflayan bu ses olağanüstü yumuşaklıkta bir tonla sona eriyordu. Dolabın  altına, kalıplarının nikel kaplamaları karanlıkta kıymetli objeler gibi parıldayan altı çift ayakkabı sıralanmıştı. Ufak etajere konulmuş porselen bir vazoda çabonpüskülleri dallarını uzatıyordu. Bu dallardan kimi zaman kırmızı, buruşmuş bir meyve yatay bir çizgi izleyerek aşağı düşer, bir kaç kere zıplasa da yerde temas ettiği ilk noktada hareketsiz kalırdı.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder