13 Nisan 2018 Cuma

René Pujol | Tuhaf Dedektif

RENÉ PUJOL
Le Dédectıve Bizarre
Editions FAYARD (Collection Aventure)
1929, Paris.

TUHAF DEDEKTİF

Birinci Bölüm

SÜRPRİZ

PAULETTE yatağında doğruldu ve kulak kabarttı, zira evde tuhaf bir şeyler oluyordu. Koridorda koşuşturmalar, düzensiz aralıklarla kapılardan birine inen yumruklar ve durmadan şunları tekrar eden boğuk bir ses:
— Açın bayım!... Açın!...
Bir kaç saniye geçmesi Paulette’in tam anlamıyla uyanmasına yetti. Yere atladı ve teki yatağın altına gitmiş terliklerine bakındı.
Dışarda, bağıran başka bir ses:
— Gidin de bir çilingir bulun!...
Paulette pijamasını düzeltti, kısa saçlarına hızlı bir fırça darbesi indirdi. Sarışın, güzel bir genç kızdı, en fazla yirmisindeydi. Kalemle çizilmiş gibi kaşların kemeri altında koca gri gözleri yüzünü aydınlatıyordu. Hafif kalkık küçük burnu ve obur dudaklarıyla çocuksu ama aynı zamanda oldukça kadınsı bir havası vardı.
Odasından çıkmadan önce otomatikman saate baktı. Saat on. Normalde çok daha erken kalkardı, ancak önceki gün Opera’da bir Lohengrin temsilinden sonra, teyzesi, amcası ve arkadaşlarıyla birlikte Montmarte’a gece yemeğine gitmişti.
Holün sonunda, banyonun önünde dört hizmetli toplanmıştı. Aşçıbaşı Pierre, iki oda hizmetçisi Leontine ve Maria, ve şoför Gaston. Bıkıp usanmadan kapıya vuran işte bu sonuncusuydu, şöyle sesleniyordu:
— Açın bayım!... Açın!...
Pulette’i fark eden aşçıbaşı ona bir adım yaklaştı, genç kızın soracağı soruyu tahmin edip hemen açıkladı:
— Çok endişeliyiz küçük hanım... Beyfendi bir saatten fazladır banyodan çıkmadı... Arayan oldu, kendisini çağırmaya gelmiştim... Kapıyı çaldım, fakat yanıt vermedi... Bunun üzerine daha güçlü ve ısrarla çalmaya devam ettim, ama yine yanıt alamadım...
Genç kız kapıyı bir de kendi açmayı denedi;
— Amcamın gerçekten banyoda olduğundan emin misiniz? diye sordu.
— Evet küçük hanım... Kapı anahtarlı, içerden kilitlenmiş...
— Bir saatten fazladır içerde mi diyorsunuz?
— Evet küçük hanım, hemen hemen.
— Onu banyoya girerken gören biri oldu mu?...
— Ben gördüm, dedi hizmetçi.
— Acaba rahatsızlandı mı?...
— Ben de aynı şeyi düşündüm... Jean’ı çilingire gönderdim...
— Hanfendiye haber verdiniz mi?...
Dalgın aşçıbaşı şakaklarını ovdu:
— Ne yazık ki küçük hanım, o tarafta da... garip bir şeyler söz konusu.
— Ne oldu?... Çabuk söyleyin! dedi genç kız sabırsızlıkla.
Aşçıbaşı düşünmeden ağzından kaçırdı:
— Küçük hanım... Hanımefendi, kayboldu.
Bu beklenmedik açıklamayla irkilen Paulette:
— Ne demek kayboldu?...
— Bu doğru küçük hanım. Her yere baktık, hanımefendi evde yok.
— Ne zamandan beri?...
— Ne yazık ki küçük hanım, biz de bilmiyoruz...
— Bahçede de mi değil?...
— Bahçeye de baktık, orada da yok.
— O halde dışarı çıkmıştır!...
— Acaba nasıl çıktığını düşünüyorsunuz ?
— Kapıdan elbette.
— Öyle olmamış, küçük hanım... Kapıcılar bu konuda kesin konuştu. Kabinlerinden ayrılmazlar, kapıyı sadece onlar açar. Ne madam ne de başka biri dışarı çıkan kimse olmamış.
— Ama bu söyledikleriniz gerçeğe hiç de yakın görünmüyor, Pierre!...
— Küçük hanıma bildirmeden önce söylediğim detayların hepsinden emin oldum...
Paulette ebeveynlerinin odasına koştu. Yatak toplu değildi, eşyaların üzerine giysiler atılmıştı ve kimseler yoktu. İçeriye normal denecek kadar, kısmi bir dağınıklık hakimdi; kavga ya da boğuşma olmamıştı.
— Fakat teyzem giyinmemiş!... diye bağırdı genç kız sandalye üzerine bırakılmış bir elbiseyi kaldırarak.
Aşçıbaşı, pek emin değilmiş gibi:
— Hanımefendi galiba, bornozuylaydı...
— O halde fazla uzakta değildir... diye sonuca bağladı genç kız, mantıklı düşünmeye çabalayarak. Onu aramaya hemen başlayabiliriz ancak ilkin amcamla ilgilenmek zorundayız... Acilen banyoya girmemiz gerek... Penceresi açık değil mi?...
— Kapalı, küçük hanım. Açık olsaydı da yine bir işe yaramazdı çünkü hayli sağlam demir çubukları var... Geçmesi imkansız.
— Geçmemiz şart değil, ama en azından içeriyi, amcama ne olduğunu görebilirdik.
— Camlar buzlu, hiçbir şey görülmez.
— O halde biz de kırarız! ... diye sesini yükseltti Paulette.
— Bunu ben de düşündüm, diye yanıtladı Pierre, naifçe; fakat sorumluluğu almaya cesaret edemedim... Bu camların her bir karosu en az elli frank.
— Paranın sırası mı şimdi!...
— Pekâlâ küçük hanım, camı kırıyoruz...
Dauteriveler, Monceau parkına bakan lüks otellerden birinde yaşıyorlardı. İki katlı bu otel Louis-Philippe devrinden beri aileye aitti ve miras hilelerine rağmen asla başkalarının eline geçmemişti.
— Bahçeye bakarken, dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?
— Hiç ama hiç bir şey dikkatimizi çekmedi, küçük hanım...
— Belki de izler vardı?...
— Herhangi bir iz olmadığından eminiz, küçük hanım... Bahçıvan gezinti yollarını daha dün akşam tırmıkla temizledi. Aramayı başlattığımızda kumun üzerinde hiçbir iz yoktu.
Son derece iyi bakılan koca bir bahçe binayı Monceau parkından ayırıyordu. Şüphe yok ki, hırsızları caydırmak için, giriş kattaki her pencereye az önce Pierre’in sağlamlıklarından dem vurduğu demir çubuklar takılmıştı; bu çubukların araları öyle dardı ki küçük bir çocuk bile geçemezdi.
Uşak efendisini seviyordu, ama onun için yaralanmayacak kadar. Yumruğuna bir havlu sardı ve yarı saydam camı kırdı.
Banyodan içeri endişeli bir bakış attı.
— Amaan!... Küçük hanım... diye kekelerken rengi solgunlaştı.
Bay Dauterive, çırılçıplak, yüzü yere yapışık, fayansların üzerinde boyluboyunca yatıyordu. Su dolu küvet baygınlığın onu tam da banyoya girecekken yakaladığına işaret ediyordu.
— Amca!... diye haykırdı, Paulette. Amcacığım, cevap ver!... Yalvarırım!...
Fakat bay Dauterive’in bedeni hâlâ hareketsizdi.
— Neyse ki çilingir geldi! dedi aniden Pierre. Beyfendiyi kurtarabileceğiz.
— Çabuk!.. Kapıyı açsın hemen!...  Çabuk olun!...
Jean’ın getirdiği çilingir kendisine verilen biraz  da aşırı önemin bilincindeydi. Pek de acele etmiyordu, ağır adımlarla yaklaşırken elinde geniş bir maymuncuk takımını şıngırdatıyordu.
— Yapmayın be! Bunun için mi çağırdınız beni, dedi ve kilide küçümseyerek baktı.
— Acele edin bayım!... dedi Paulette.
— Elbette küçük hanım, fakat öncelikle... Burası sizin kendi eviniz öyle değil mi? Kapıyı açtırmaya hakkınız var mı?...
— Evet evet, çabuk olun lütfen! Açın şu kapıyı artık!...
— Ne gerekiyorsa yapılacak!... diye temin etti sanatkâr.
Gereksiz yere kapıyı itip çekti, kilidi daha yakından inceledi ve büyük bir ciddiyetle herkesin peşinen bildiği şeyi tekrarladı:
— Anahtar üzerinde, içerden kilitlenmiş!... Öncelikle ondan kurtulmak lazım.
İpince, kolları düz bir cımbızı kilide soktu, çevirdi ve itti. Anahtarın diğer tarafta yere düştüğünü duydular.
Çilingir göz kırptı:
— İşte bu kadar, diye mırıldandı. Gerisi çocuk oyuncağı!... Bakalım ne kadar dayanabilecek!...
Gerçekten de zekice seçilen ilk maymuncukta kilidin dili hemen boşa çıktı. Buna rağmen kapı hiç açılmadı.
— Yapacak bir şey yok!... diye bitirdi çilingir. Kilidin üstünde bir de sürgü var.
— O halde kapıyı kırın, diye yalvardı Paulette, ellerini ısırarak. Bir adım uzağımızdayken amcamı kurtaramamak ne korkunç!
— Haklısınız!... diye onayladı aşçıbaşı. Uzun zamandır ben de böyle yapmamız gerektiğini düşünüyordum; kapıyı kırmak gerek!...
Güçlü kuvvetli biri olan şoför Gaston kapıya şiddetli bir omuz darbesi indirdi. Fakat kapı yerinden bile kıpırdamadı.
— Hiç çabalamayın!... dedi çilingir. Böyle bir kapıyı bu şekilde açamazsınız. Basbayağı koçbaşı lazım, ama oyuncak gibi bir şey olmayacak. Menteşeler öyle çok daha çabuk sökülür...
— Madem öyle hadi başlayın!... diye bağırdı Paulette, adamın gevezeliği onun için dayanılmaz bir hal almıştı.
Ancak çilingirin hayal kırıklığıyla of çekmesi uzun sürmedi.
— Hay aksi!... Menteşeler içerde...
Üzüntü ve şaşkınlıktan iyice çılgına dönmüş Paulette:
— Peki ne yapmak gerek?
Çilingir alnını kaşıdı:
— Yapabileceğimiz tek şey murçla kapıyı parçalamak. Allahtan yanımda var...
— Yalvarırım, acele edin!...
Çilingir, evin sesi iyi yansıtan duvarlarında yankılanan ilk çekiç darbelerini indirirken, Pierre telefonla eski aile hekimi doktor Lecourbe’a haber verdi. Şans eseri yaşlı adam evindeydi, derhal geleceğine söz verdi.
Paulette şimdi teyzesini düşünüyordu. Bayan Dauterive acaba nerede olabilirdi?... Yokluğu kesinlikle açıklanamazdı.
— Otelin her odasına dikkatle baktınız mı?... diye sordu genç kız.
— Mahzene bile gittik!... diye yanıtladı, heyecandan titreyen Maria.
Soğukkanlılığını henüz yitirmemiş aşçıbaşı onu payladı:
— Bir yatak hazırlasanız!... Örtüleri ısıtsanız... Sıcak su torbalarını doldursanız... Doktor geldiğinde her şeyi hazır bulmalı...
İki hizmetçi kadın ne yapacaklarını pek de bilemeden, kafaları meşgul uzaklaştı.
En sonunda çilingir kapıdan bir levha ayırmayı başardı. Açılan boşluktan kolunu geçirdi ve sürgüyü çekti.
— Pek hoş bir iş değil!... dedi alnını silerken. Pekâlâ, artık içeri girebilirsiniz!... Bundan sonrası beni ilgilendirmiyor.
Paulette ve Pierre içeri atıldı. Aşçıbaşı bedeni çevirdi ve aceleyle üzerine bir havlu örttü.
— O nasıl, Pierre?...
Hizmetli kafasını salladı:
— Zannederim, küçük hanım...
Sözlerinin anlaşılması için uzatmasına gerek yoktu.
— Aman Tanrım!... diye kekeledi Paulette, içini zapteden  dehşeti bastıramayarak.
Daha önce hiç ceset görmemişti, fakat yarı aralık dudakların ve donuk gözlerin ne anlama geldiğini biliyordu.
O an koridorda aceleyle yaklaşan adımların sesi duyuldu:
— Yoksa teyzem mi?... diye sordu Paulette.
— Hayır küçük hanım... gelen doktor...
Nefes nefese kalmış Doktor Lecourbe baskın yapar gibi içeri daldı:
— Neler oluyor?... O nerede?... Korkma Pauletteçiğim... Galiba...
Bitiremedi. Bir profesyonel olduğu üzere ölümün resmini gayet iyi biliyordu. Bay Dauterive’in gövdesi önünde diz çökmüş nabız yokluyor, kalbi dinlemek için eğiliyor, kanın çekildiği dudaklara ayna tutuyordu.
Ayağa kalktığında Paulette’in bakışlarından kaçınmak için yönünü değiştirdi.
— Onu yatağına götürün, dedi kısaca.
Aşçıbaşı çabalamaya devam ediyordu:
— Tuz getirelim ister misiniz, doktor?... Ya kan çekici?... Jean, ecza çantasını getirin!...
Fakat doktor Lecourbe kafa salladı:
— Gereği yok!... Üzerine bir şeyler giydirirseniz iyi olur...
— Galiba ölmüş, diye teşhiste bulundu çilingir, kasketini çıkararak.
Paulette tasa içinde, eski dostunun avcuna dokundu:
— O ölmedi, değil mi?... Bana onun ölmediğini söyleyin!...
Lecourbe babacan bir edayla onu kollarına bastırdı:
— Cesur olun, küçük kızım... Maalesef... Zavallı Dauterive artık hayatta değil.
 Paulette gençliğin verdiği canlılıkla, şiddetle karşı çıktı:
— Yanılıyorsunuz!... Bu mümkün olamaz!... Daha dün gece ne kadar neşeliydi, sağlığına diyecek yoktu!...
— Ömür kısa, bizler de kelebekler kadar naziğiz, diye iç çekti doktor.
— Fakat ölmesinin sebebi ne?...
— Kan akını, yahut atardamar tıkanması... kim bilir... Bayan Dauterive nerede?...
— Kayboldu...
Doktor şaşkınlıktan kelebek gözlüğünü öne düşürdü.
— Kayıp mı oldu?... Bu da ne demek?...
— Ona ne olduğunu bilmiyoruz...
— İnanılır gibi değil!...
— Evet öyle fakat doğru, diye yanıtladı aşçıbaşı.
Pierre ve şoförün taşıdıkları bedeni takip ederek, kuyruk halinde çamaşır odasından geçtiler.
— Bayan Dauterive’in yokluğundan ne zaman haberdar oldunuz?...
— Bu sabah, doktor...
— Yürüyüş yapmaya ya da giysi provasına gitmiştir, kim bilir ...
— Kapıcı kesin konuştu: madam kapıdan çıkmamış.
— Pencereden gitmiş olabilir demeyeceksiniz, umarım...
Ansızın odanın bir duvarını kaplayan gardroplardan birinin kapağı açıldı. İnce, kıza boylu, ürkek yüzlü bir kadın dolabın içinden çıktı ve kendisi kadar hayretler içindeki ziyaretçilere sordu:
— Bu şaka da ne oluyor böyle?!...
Bu bayan Dauterive’di.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder