Emmanuel BOVE
Le Pressentiment
Les Œuvres libres n°172
Les Œuvres libres n°172
ÖNSEZİ
I
13 Ağustos
1931, ikindi sonunda, elli yaşlarında bir adam Maine bulvarını çıkıyordu. Koyu
renk bir takım elbise giymişti, başında ise açık gri, rengi atmış bir fötr
vardı. Akşam yemeği için kestane rengi bir kâğıtla özenle sarılıp, paket
ipliğiyle bağlanmış öteberi taşımaktaydı. Basit görünümü nedeniyle kimse onu
fark etmiyordu. Siyah bıyığı, kelebek gözlüğü, çizgileri geniş gömleği, yüzeyi antika
bir vazo gibi çatlak çatlak oğlak derisinden ayakkabıları, doğrusu kimsenin
dikkatini çekmiyordu.
Bir sokak köşesinde, merakı milletin başına üşüşmesine sebep olur
mu diye kendine sormadan, oynayan çocukları izlemek için dakikalarca durdu.
Yüzünde oğlu ölüm tarafından elinden alınmış kederli bir babanın ifadesi vardı.
Daha ileride, bir tütüncü dükkanına girmek için bulvarın karşısına geçmesi
gerekti. Ama bunu bin bir ihtiyatla, bir kolu havada, bir çocuk arabasının öne
çıkmasından faydalanarak ancak gerçekleştirebildi. Ağır bir hava vardı. Gökyüzü
kapalıydı, bununla birlikte ışık kör ediciydi. Montparnasse garına yakın bu mahallede
çokça rastlanan kamyoncular cekettiz geziyorlardı. Direksiyonları başında,
nefes almak kadar doğal bir biçimde birbirlerine sataşıyorlardı, her birine
genel bir aldırmazlık hakimdi. Charles Benesteau – adamın adı böyleydi – mezarlığın
yukarısında sağa döndü ve Vanves caddesine girdi. İki yüz metre ilerde, ön
cephesi kömür kalemiyle karaya boyanmışa benzeyen bir evin önünde durdu. Girişin
kenarında bir tabela yayalara boğaz hastalıkları uzmanı, doktor Schawarz adında
birinin varlığını bildiriyordu. Benesteau kapıcı kabininin kapısını çalmadan,
“Benim” diyerek açtı, kendisi için küçük bir masanın üzerine bırakılmış
gazeteyi aldı ve merdivenleri çıkmaya koyuldu.
Charles Benesteau karısı ve çocuklarını terk edeli, Adliye’de görülmeyeli,
ailesinden, hanımının ailesinden, dostlarından kopalı, Clichy bulvarındaki
apartman dairesinden ayrılalı bir yılı biraz aşmıştı. Peki ne olmuştu? Hısım
akrabasının şefkatiyle, meslektaşlarının saygısı ile sarılmışken bir insanın
hayatını büsbütün değiştirmesi ilk bakışta elbette anlaşılmazdır. Bu sebeple
okur, Charles’ın kişiliği ve geçmişinden bahsetmekte geciktiğimiz için bizi affetsin.
***
Charles’ın hal ve hareketleri Benesteau ailesini özellikle de
babasını ilk kez 1927’de şaşırtmaya başladı. Charles karamsar, alıngan ve
sinirli bir hale gelmişti. İlk başta savaşın sonradan ortaya çıkan bir sonucu
olduğunu sonra da bir hastalık ihtimalini düşündüler. 1928’de hanımıyla
birlikte Güney Fransa’ya gitmeye karar verdi. Fakat dönüşünde, değişen bir şey
olmadı. Hatta durumu daha da kötüleşmişti. Yine de düzenli bir biçimde işinin
gereklerini yapmaya, çevresiyle alâkalı her şeye karşı ilgili olmaya devam
ediyordu, ama bunu sırrı olan biriymiş gibi dalgın, aklı başka yerde, üzgün bir
havayla yapıyordu, onu az önce, durmuş, oynayan çocukları izlerken gördüğümüze
tuhaf bir biçimde benzer bir havayla. Ona bir şey sorulduğunda cevap
vermiyordu, yahut omuz silkiyordu. Paskalya tatilinden sonra Adliye’ye bir daha
dönmedi. Bu farkedilmekte gecikmedi ve bir aile meclisinin toplanmasına neden oldu.
Ona sorular sordular, Öyle ikna edici oldular ki sonunda cevap vermeye razı
oldu. Ona göre dünya kötü idi. İyilik için hareket etmek de kimsenin harcı
değildi. Etrafında sonsuza dek yaşamak zorundalarmış gibi hareket eden haksız,
bön, kendilerine hizmet edebilecekleri pohpohlayan, başkalarından bihaber insanlardan
başka kimseyi görmüyordu. Bu şartlarda kendisine hakikaten kendisine hayatın
yaşamaya değer olup olmadığını soruyordu, etrafındakileri aldatmak için
başvurduğu sefil çabalara bakılınca asıl mutluluk yalnızlıkta olamaz mıydı? Bu sözleri
ailesi üzerinde oldukça kötü bir etki bıraktı. Herkes şaşkınlık ve endişeyle
birbirine bakındı. Charles’ın dudaklarından dökülen bu fikirler sanki bir
çocuğun ağzından çıkıyordu. Şimdiği yaptığı gibi konuşmaya hakkı olmadığına,
böyle sözlerin biçarelere layık olduğuna dikkatini çektiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder