RENÉ PUJOL
Editions
FAYARD (Collection Aventure)
PAULETTE yatağında doğruldu ve kulak kabarttı, zira evde tuhaf bir şeyler oluyordu. Koridorda
koşuşturmalar, düzensiz aralıklarla kapılardan birine inen yumruklar ve
durmadan şunları tekrar eden boğuk bir ses:
—
Açın bayım!... Açın!...
Bir
kaç saniye geçmesi Paulette’in tam anlamıyla uyanmasına yetti. Yere atladı ve
teki yatağın altına gitmiş terliklerine bakındı.
Dışarda,
bağıran başka bir ses:
—
Gidin de bir çilingir bulun!...
Paulette
pijamasını düzeltti, kısa saçlarına hızlı bir fırça darbesi indirdi. Sarışın,
güzel bir genç kızdı, en fazla yirmisindeydi. Kalemle çizilmiş gibi kaşların
kemeri altında koca gri gözleri yüzünü aydınlatıyordu. Hafif kalkık küçük burnu
ve obur dudaklarıyla çocuksu ama aynı zamanda oldukça kadınsı bir havası vardı.
Odasından
çıkmadan önce otomatikman saate baktı. Saat on. Normalde çok daha erken
kalkardı, ancak önceki gün Opera’da bir
Lohengrin temsilinden sonra, teyzesi, amcası ve arkadaşlarıyla birlikte
Montmarte’a gece yemeğine gitmişti.
Holün
sonunda, banyonun önünde dört hizmetli toplanmıştı. Aşçıbaşı Pierre, iki oda
hizmetçisi Leontine ve Maria, ve şoför Gaston. Bıkıp usanmadan kapıya vuran işte
bu sonuncusuydu, şöyle sesleniyordu:
—
Açın bayım!... Açın!...
Pulette’i
fark eden aşçıbaşı ona bir adım yaklaştı, genç kızın soracağı soruyu tahmin
edip hemen açıkladı:
— Çok
endişeliyiz küçük hanım... Beyfendi bir saatten fazladır banyodan çıkmadı...
Arayan oldu, kendisini çağırmaya gelmiştim... Kapıyı çaldım, fakat yanıt
vermedi... Bunun üzerine daha güçlü ve ısrarla çalmaya devam ettim, ama yine
yanıt alamadım...
Genç
kız kapıyı bir de kendi açmayı denedi;
—
Amcamın gerçekten banyoda olduğundan emin misiniz? diye sordu.
— Evet
küçük hanım... Kapı anahtarlı, içerden kilitlenmiş...
— Bir
saatten fazladır içerde mi diyorsunuz?
—
Evet küçük hanım, hemen hemen.
— Onu
banyoya girerken gören biri oldu mu?...
— Ben
gördüm, dedi hizmetçi.
—
Acaba rahatsızlandı mı?...
— Ben
de aynı şeyi düşündüm... Jean’ı çilingire gönderdim...
—
Hanfendiye haber verdiniz mi?...
Dalgın
aşçıbaşı şakaklarını ovdu:
— Ne
yazık ki küçük hanım, o tarafta da... garip bir şeyler söz konusu.
— Ne
oldu?... Çabuk söyleyin! dedi genç kız sabırsızlıkla.
Aşçıbaşı
düşünmeden ağzından kaçırdı:
—
Küçük hanım... Hanımefendi, kayboldu.
Bu
beklenmedik açıklamayla irkilen Paulette:
— Bu
doğru küçük hanım. Her yere baktık, hanımefendi evde yok.
— Ne
yazık ki küçük hanım, biz de bilmiyoruz...
—
Bahçede de mi değil?...
— Bahçeye
de baktık, orada da yok.
— O
halde dışarı çıkmıştır!...
— Acaba
nasıl çıktığını düşünüyorsunuz ?
— Öyle
olmamış, küçük hanım... Kapıcılar bu konuda kesin konuştu. Kabinlerinden
ayrılmazlar, kapıyı sadece onlar açar. Ne madam ne de başka biri dışarı çıkan
kimse olmamış.
— Ama
bu söyledikleriniz gerçeğe hiç de yakın görünmüyor, Pierre!...
—
Küçük hanıma bildirmeden önce söylediğim detayların hepsinden emin oldum...
Paulette
ebeveynlerinin odasına koştu. Yatak toplu değildi, eşyaların üzerine giysiler
atılmıştı ve kimseler yoktu. İçeriye normal denecek kadar, kısmi bir dağınıklık
hakimdi; kavga ya da boğuşma olmamıştı.
—
Fakat teyzem giyinmemiş!... diye bağırdı genç kız sandalye üzerine bırakılmış
bir elbiseyi kaldırarak.
Aşçıbaşı,
pek emin değilmiş gibi:
— Hanımefendi
galiba, bornozuylaydı...
— O
halde fazla uzakta değildir... diye sonuca bağladı genç kız, mantıklı düşünmeye
çabalayarak. Onu aramaya hemen başlayabiliriz ancak ilkin amcamla ilgilenmek
zorundayız... Acilen banyoya girmemiz gerek... Penceresi açık değil mi?...
—
Kapalı, küçük hanım. Açık olsaydı da yine bir işe yaramazdı çünkü hayli sağlam
demir çubukları var... Geçmesi imkansız.
—
Geçmemiz şart değil, ama en azından içeriyi, amcama ne olduğunu görebilirdik.
—
Camlar buzlu, hiçbir şey görülmez.
— O
halde biz de kırarız! ... diye sesini yükseltti Paulette.
—
Bunu ben de düşündüm, diye yanıtladı Pierre, naifçe; fakat sorumluluğu almaya
cesaret edemedim... Bu camların her bir karosu en az elli frank.
—
Paranın sırası mı şimdi!...
—
Pekâlâ küçük hanım, camı kırıyoruz...
Dauteriveler,
Monceau parkına bakan lüks otellerden birinde yaşıyorlardı. İki katlı bu otel
Louis-Philippe devrinden beri aileye aitti ve miras hilelerine rağmen asla
başkalarının eline geçmemişti.
—
Bahçeye bakarken, dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?
— Hiç
ama hiç bir şey dikkatimizi çekmedi, küçük hanım...
—
Belki de izler vardı?...
—
Herhangi bir iz olmadığından eminiz, küçük hanım... Bahçıvan gezinti yollarını
daha dün akşam tırmıkla temizledi. Aramayı başlattığımızda kumun üzerinde
hiçbir iz yoktu.
Son
derece iyi bakılan koca bir bahçe binayı Monceau parkından ayırıyordu. Şüphe
yok ki, hırsızları caydırmak için, giriş kattaki her pencereye az önce Pierre’in
sağlamlıklarından dem vurduğu demir çubuklar takılmıştı; bu çubukların araları
öyle dardı ki küçük bir çocuk bile geçemezdi.
Uşak
efendisini seviyordu, ama onun için yaralanmayacak kadar. Yumruğuna bir havlu
sardı ve yarı saydam camı kırdı.
Banyodan
içeri endişeli bir bakış attı.
—
Amaan!... Küçük hanım... diye kekelerken rengi solgunlaştı.
Bay
Dauterive, çırılçıplak, yüzü yere yapışık, fayansların üzerinde boyluboyunca
yatıyordu. Su dolu küvet baygınlığın onu tam da banyoya girecekken yakaladığına
işaret ediyordu.
—
Amca!... diye haykırdı, Paulette. Amcacığım, cevap ver!... Yalvarırım!...
Fakat
bay Dauterive’in bedeni hâlâ hareketsizdi.
—
Neyse ki çilingir geldi! dedi aniden Pierre. Beyfendiyi kurtarabileceğiz.
—
Çabuk!.. Kapıyı açsın hemen!... Çabuk
olun!...
Jean’ın
getirdiği çilingir kendisine verilen biraz
da aşırı önemin bilincindeydi. Pek de acele etmiyordu, ağır adımlarla
yaklaşırken elinde geniş bir maymuncuk takımını şıngırdatıyordu.
—
Yapmayın be! Bunun için mi çağırdınız beni, dedi ve kilide küçümseyerek baktı.
—
Acele edin bayım!... dedi Paulette.
—
Elbette küçük hanım, fakat öncelikle... Burası sizin kendi eviniz öyle değil
mi? Kapıyı açtırmaya hakkınız var mı?...
—
Evet evet, çabuk olun lütfen! Açın şu kapıyı artık!...
— Ne
gerekiyorsa yapılacak!... diye temin etti sanatkâr.
Gereksiz
yere kapıyı itip çekti, kilidi daha yakından inceledi ve büyük bir ciddiyetle
herkesin peşinen bildiği şeyi tekrarladı:
—
Anahtar üzerinde, içerden kilitlenmiş!... Öncelikle ondan kurtulmak lazım.
İpince,
kolları düz bir cımbızı kilide soktu, çevirdi ve itti. Anahtarın diğer tarafta
yere düştüğünü duydular.
—
İşte bu kadar, diye mırıldandı. Gerisi çocuk oyuncağı!... Bakalım ne kadar
dayanabilecek!...
Gerçekten
de zekice seçilen ilk maymuncukta kilidin dili hemen boşa çıktı. Buna rağmen
kapı hiç açılmadı.
— Yapacak
bir şey yok!... diye bitirdi çilingir. Kilidin üstünde bir de sürgü var.
— O
halde kapıyı kırın, diye yalvardı Paulette, ellerini ısırarak. Bir adım
uzağımızdayken amcamı kurtaramamak ne korkunç!
—
Haklısınız!... diye onayladı aşçıbaşı. Uzun zamandır ben de böyle yapmamız
gerektiğini düşünüyordum; kapıyı kırmak gerek!...
Güçlü
kuvvetli biri olan şoför Gaston kapıya şiddetli bir omuz darbesi indirdi. Fakat
kapı yerinden bile kıpırdamadı.
— Hiç
çabalamayın!... dedi çilingir. Böyle bir kapıyı bu şekilde açamazsınız.
Basbayağı koçbaşı lazım, ama oyuncak gibi bir şey olmayacak. Menteşeler öyle
çok daha çabuk sökülür...
—
Madem öyle hadi başlayın!... diye bağırdı Paulette, adamın gevezeliği onun için
dayanılmaz bir hal almıştı.
Ancak
çilingirin hayal kırıklığıyla of çekmesi uzun sürmedi.
— Hay
aksi!... Menteşeler içerde...
Üzüntü
ve şaşkınlıktan iyice çılgına dönmüş Paulette:
—
Yapabileceğimiz tek şey murçla kapıyı parçalamak. Allahtan yanımda var...
—
Yalvarırım, acele edin!...
Çilingir,
evin sesi iyi yansıtan duvarlarında yankılanan ilk çekiç darbelerini
indirirken, Pierre telefonla eski aile hekimi doktor Lecourbe’a haber verdi. Şans
eseri yaşlı adam evindeydi, derhal geleceğine söz verdi.
Paulette
şimdi teyzesini düşünüyordu. Bayan Dauterive acaba nerede olabilirdi?...
Yokluğu kesinlikle açıklanamazdı.
—
Otelin her odasına dikkatle baktınız mı?... diye sordu genç kız.
—
Mahzene bile gittik!... diye yanıtladı, heyecandan titreyen Maria.
Soğukkanlılığını
henüz yitirmemiş aşçıbaşı onu payladı:
— Bir
yatak hazırlasanız!... Örtüleri ısıtsanız... Sıcak su torbalarını
doldursanız... Doktor geldiğinde her şeyi hazır bulmalı...
İki
hizmetçi kadın ne yapacaklarını pek de bilemeden, kafaları meşgul uzaklaştı.
En
sonunda çilingir kapıdan bir levha ayırmayı başardı. Açılan boşluktan kolunu
geçirdi ve sürgüyü çekti.
— Pek
hoş bir iş değil!... dedi alnını silerken. Pekâlâ, artık içeri girebilirsiniz!...
Bundan sonrası beni ilgilendirmiyor.
Paulette
ve Pierre içeri atıldı. Aşçıbaşı bedeni çevirdi ve aceleyle üzerine bir havlu
örttü.
Hizmetli
kafasını salladı:
—
Zannederim, küçük hanım...
Sözlerinin
anlaşılması için uzatmasına gerek yoktu.
—
Aman Tanrım!... diye kekeledi Paulette, içini zapteden dehşeti bastıramayarak.
Daha
önce hiç ceset görmemişti, fakat yarı aralık dudakların ve donuk gözlerin ne
anlama geldiğini biliyordu.
O an
koridorda aceleyle yaklaşan adımların sesi duyuldu:
—
Yoksa teyzem mi?... diye sordu Paulette.
—
Hayır küçük hanım... gelen doktor...
Nefes
nefese kalmış Doktor Lecourbe baskın yapar gibi içeri daldı:
—
Neler oluyor?... O nerede?... Korkma Pauletteçiğim... Galiba...
Bitiremedi.
Bir profesyonel olduğu üzere ölümün resmini gayet iyi biliyordu. Bay
Dauterive’in gövdesi önünde diz çökmüş nabız yokluyor, kalbi dinlemek için
eğiliyor, kanın çekildiği dudaklara ayna tutuyordu.
Ayağa
kalktığında Paulette’in bakışlarından kaçınmak için yönünü değiştirdi.
— Onu
yatağına götürün, dedi kısaca.
Aşçıbaşı
çabalamaya devam ediyordu:
— Tuz
getirelim ister misiniz, doktor?... Ya kan çekici?... Jean, ecza çantasını
getirin!...
Fakat
doktor Lecourbe kafa salladı:
—
Gereği yok!... Üzerine bir şeyler giydirirseniz iyi olur...
—
Galiba ölmüş, diye teşhiste bulundu çilingir, kasketini çıkararak.
Paulette
tasa içinde, eski dostunun avcuna dokundu:
— O
ölmedi, değil mi?... Bana onun ölmediğini söyleyin!...
Lecourbe
babacan bir edayla onu kollarına bastırdı:
—
Cesur olun, küçük kızım... Maalesef... Zavallı Dauterive artık hayatta değil.
Paulette gençliğin verdiği canlılıkla,
şiddetle karşı çıktı:
—
Yanılıyorsunuz!... Bu mümkün olamaz!... Daha dün gece ne kadar neşeliydi,
sağlığına diyecek yoktu!...
—
Ömür kısa, bizler de kelebekler kadar naziğiz, diye iç çekti doktor.
—
Fakat ölmesinin sebebi ne?...
— Kan
akını, yahut atardamar tıkanması... kim bilir... Bayan Dauterive nerede?...
Doktor
şaşkınlıktan kelebek gözlüğünü öne düşürdü.
—
Kayıp mı oldu?... Bu da ne demek?...
— Ona
ne olduğunu bilmiyoruz...
—
İnanılır gibi değil!...
—
Evet öyle fakat doğru, diye yanıtladı aşçıbaşı.
Pierre
ve şoförün taşıdıkları bedeni takip ederek, kuyruk halinde çamaşır odasından
geçtiler.
—
Bayan Dauterive’in yokluğundan ne zaman haberdar oldunuz?...
—
Yürüyüş yapmaya ya da giysi provasına gitmiştir, kim bilir ...
—
Kapıcı kesin konuştu: madam kapıdan çıkmamış.
— Pencereden
gitmiş olabilir demeyeceksiniz, umarım...
Ansızın
odanın bir duvarını kaplayan gardroplardan birinin kapağı açıldı. İnce, kıza
boylu, ürkek yüzlü bir kadın dolabın içinden çıktı ve kendisi kadar hayretler
içindeki ziyaretçilere sordu:
— Bu
şaka da ne oluyor böyle?!...