"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
29 Ağustos 2018 Çarşamba
8 Ağustos 2018 Çarşamba
Robert Louis Stevenson | İlk Kitabım: Define Adası | [2]
Robert Louis
STEVENSON
1. kısım için tıklayınız İLK KİTABIM: "DEFİNE ADASI"
....
“My First Book: Treasure Island”
The Idler 6 [August 1894]
1. kısım için tıklayınız İLK KİTABIM: "DEFİNE ADASI"
....
İsimler,
ağaçlık bölgelerin şekilleri, yolların ve derelerin gidiş hatları, prehistorik
adamın yukarıda tepede ve aşağıda vadide hâlâ gözle seçilebilecek ayak izleri, değirmenler ve harabeler,
gölcükler ve sığlıklar, çalıların içinde belki bir Dikilitaş ya da Druid
çemberi....
Burada gözleri bakmaya hevesli ya da anlamak için iki
kuruşluk da olsa hayalgücü olan biri için sonsuz bir kaynak vardı. Başını çayırlara
yatırdığını, bakışlarının sonsuz küçük ormana dalıp gittiğini ve orasının
masalsı ordularla dolup taştığını hiçbir çocuk hatırlamak zorunda değildir. Hemen hemen benzer bir şekilde, "Define Adası"
haritamı süzdüğümde, kitabın gelecekteki karakterleri hayali ağaçlıklar boyunca
gözle görülür biçimde ortaya çıkmaya
başladı; esmer yüzleri, parıldayan silahları ile beklenmedik yerlerden çıkıp
üzerime geldiler, düz bir taslakta bir karışlık yerde dalaşıyorlar, hazine
avında bir oraya bir buraya gidip geliyorlardı.
Sonrasında hatırladığım ilk şey, hemen önümde birkaç
kâğıdım olduğu, aynı anda bölümlerin listesini yazıyordum. Bunu daha önce kimbilir
kaç kez yapmış ama bir adım ötesine geçememiştim. Ancak bu tür girişimlerde
başarı unsurları bunlar olsa gerek. Erkek çocuklar için bir hikâye olacağa
benziyordu; psikolojiye yahut kibâr yazıma gerek yoktu; üstelik hazır elimin
altında mihenktaşı olarak bir erkek çocuk da vardı. Kadınlar hariç tutulmuştu. İki
direkli bir yelkenliyi kumanda edebilme becerisinden yoksundum (Hispaniola
bunlardan biri olabilirdi), ancak onu uskuna gibi yüzdürerek rezil olmadan işin
içinden sıyrılabileceğimi düşündüm. Sonra da John Silver için, kendime yatırım fonları sözü verdiğim, şöyle
bir fikre vardım: onu sevilen bir arkadaşım yapmak (okurun da benim
kadar çok sevdiği), onu tüm iyi niteliklerinden, mizacındaki en yüksek lütuflardan yoksun
bırakmak, her şeyini almak ama gücünü, cesaretini, çevikliğini ve de olağanüstü
sevimliliğini bırakmak, ve bunları çaylak bir gemicinin kültürüne özgü kelimelerle
ifade etmek. "Karakter yaratmanın" bilindik bir yolu psişik muayene
gibidir; ve belki de, bu, tek yöntemdir.
Geçen gün yolun kenarında bizimle yüz kelime konuşan hoş figürü karakterin
içine yerleştirebiliriz; ama onu tanıyor muyuz? Arkadaşımız, sonsuz varyetesi ve
rol esnekliği ile onu tanıyoruz, ama onu karakterin içine yerleştirebilir
miyiz? Birincisine ikincil ve hayali nitelikler yerleştirmeliyiz, ayrıca,
kötülükler, günahlar da mümkün; ikincisinden ise, bıçak elimizde, doğasının
gereksiz tüm dal ve budaklarını kesip atmalıyız; ta ki gövde ve büsbütün emin
olduğumuz birkaç dal kalıncaya dek.
------------
------------
5 Ağustos 2018 Pazar
LOUIS−FRÉDÉRIC ROUQUETTE | Büyük Beyaz Sessizlik | ilk sayfalar
LOUIS−FRÉDÉRIC ROUQUETTE
Le Grand Silence Blanc
J. FERENCZI, Paris, 1921
BÜYÜK BEYAZ SESSİZLİK
I
Tanışma Amaçlı Bir
Ziyaret
Adam
içeri girdi.
Rahatça
koltuğa yerleşti, fötrünü çıkarıp, yanına halının üstüne bıraktı, bacak bacak
üstüne attı ve şöyle dedi:
−
Beyfendi.
Aslında
İngilizler gibi Bey Efendi dedi, sonra ekledi:
Ben
Fransızım.
Ona
bir kaç hoşgeldin kelimesi söyleyecektim ki, aniden elini kaldırıp sözümü
kesti:
−
Teşekkür etmesi gereken benim, siz çok meşgul bir insansınız, sizi rahatsız
ettim. Öyle, gerçekten öyle. Çok az vaktinizi alacağım.
Edebiyat,
gerek Fransa’da gerek İngiltere yahut başka bir ülkede hardal, ayakkabı boyası
yahut Kaptan Cook marka ringa balıkları gibi müşteri bulur. Afişler asılır,
davullar gümbürdetilir ve elde megafon avaz avaz bağırılır. “Duyduk duymadık
demeyin! Mösyö Chose’un romanını okuyun. Mösyö Chose meşhur biridir. Son
eserinin baskısı yüzbine ulaştı.”
Halka
gelince, onlar da şöyle diyecektir: “Mösyö Chose’un romanı, romanların en
iyisi, evde kalmış kızlar, köy papazları, Y.M.C.A[1]
üyeleri okumakta iyi eder.” Ya da şöyle: “Bu romanı, evde kalmış kızlar, köy
papazları, Y.M.C.A. üyeleri okumamakta iyi eder.”
“Her
iki halde de kitabı satın alırlar, kimileri “temiz,
ahlaklı, ad usum pucellarum” bir edebiyatla, kimileri de iç gıdıklayan,
açık saçık sahnelerle karşılaşmayı umar.
“Beni,
affedin Bey efendi, buralara ilk gelenler, tüm reklam panolarını, görünürdeki
her yeri tutmuşlar; gençlere layık görülen yerse duvar dipleri, otobüsler
üzerlerine çamur sıçratıyor, köpekler paçalarından çekiyor, polisin talimatlarına
rağmen boş boş gezmekten başka bir şey yapmıyorlar.”
Karşı
çıktım:
“Gözümle
gördüm diyemem...”
Heyecanı
yüzünden hâlâ silinmemişti, sözümü kesti:
“Hiç de
öyle değil, Bey efendi, gayet görüyorsunuz, ben de siz gördüğünüz için geldim, panonuzda
dili sünmüş insanlara da yer vermeyi biliyorsunuz.
Hoşuma
gittiniz. Henüz on dakika oldu, sizi tanımıyordum, ama nasıl hayal ettiysem
öylesiniz. Afedersiniz, bey efendi, fransızcam ancak bu kadar... Demek
istediğim şu, isminizi gördüğümde kafamda canlanan tiple aynısınız. Size de
böyle olduğu olmuyor mu, yani... nasıl denir... isimlerin üzerine fizyonomi
oturttuğunuz?
Cevabımı
beklemeden devam etti.
−
Kitaplarınız hoşuma gidiyor. Sanatçı havaları takınmıyorsunuz, şehirlilikten
utanmayan bir şehirlisiniz, all right! Ama
onu olduğu gibi betimliyorsunuz. Başkalarının hep yaptığı gibi abartılı yollara
başvurup yüksek tirajlar elde edebilirdiniz, ama yapmadınız. Akademiler sizi
güldürüyor, fazileti tekelinize almıyorsunuz, hovardaları oynamıyorsunuz, ne
güzel. Edebiyat acemilerine karşı yardımseversiniz ki bu çok daha güzel.
Biliyorum... Biliyorum... Kolonel havalarınıza bürünmeyin, soğuk maskenize
rağmen, besicle gözlüklerinizin
arkasında ışıldayan gözleriniz var. Bunlar acaba kötülükten mi yoksa iyilikten
mi böyle ışıldıyor? İşte bu yüzden buradayım.
…
Marc Wersinger | Yokluğa Düşüş | [2]
MARC WERSINGER
LA CHUTE DANS LE NÉANT
Éditions Le Pré aux Clercs
1947
birinci kısım için tıklayınız YOKLUĞA DÜŞÜŞ [I]
BİRİNCİ BÖLÜM
İLK DENEMELER
....
Ertesi gün uyandığında son derece zindeydi, hareket özgürlüğünü bütünüyle yeniden kazandığını fark etmekten büyük bir sevinç duydu. Önceki günün tuhaf deneyimini bir kez daha yinelemek istedi. Başlangıçta, bu olayı kumanda etmesi lazım gelen gizli zembereği bir türlü yerinden oynatamadı, az kalsın önceki gün yaşadıklarının bir kâbus olduğuna hükmedecekti; ancak birden bire, gömleğinin göğsündeki düğmeler teker teker atmaya başladı, aynı anda ayakları, boğuk bir sesle birlikte örtülerin altından çıkıp yatak demirlerinin arasından ileri doğru seyrediyordu.
Robert göz
açıp kapamada odanın boş olduğunu anladı, tek kişi vardı o da diğer başta
çamaşır ayıran hastabakıcıydı. Böylece tuhaf deneyimini tekrar etmekte tereddüt
etmedi.
Şüpheye
yer yoktu: artık kendi isteğiyle deve dönüşme yeteneğine sahipti.
Acaba ne
gibi psikolojik bir hadise bu dönüşümün gerçekleşmesine neden olmuştu? Hiçbir
fikri yoktu. Ancak bilimsel merakı bir kez uyandığından denemelerini arttırmak
için sabırsızlanıyordu.
Bir an
için meseleyi başhekime açmayı düşündü ancak bu fikrin aklına gelmesiyle uçup
gitmesi bir oldu: başhekim seçkin bir doktordu, hiç de hafife alınmayacak böylesine
bir vakayı mutlaka incelemek ister, elbette genç adamı alıkoymakta sakınca
görmezdi. Ama genç adam için en başta gelen şey özgürlüktü. Ayrıca eğer ihtiyaç
kendini hissettirirse Fakülte’ye başvurmak onun için her zaman mümkündü.
Robert
Mûrier çocuksu bir neşe içinde Paris asfaltına ayak bastı. Doğuştan gelme
melankolikliği anında kaybolmuştu, hayat şimdi ona hayran olunacak kadar güzel
geliyordu.
Birkaç
dakika sonra evindeydi, edindiği garip yeteneği mümkün olduğunca titizlikle
incelemeye karar verdi.
Çırılçıplak
kalıncaya dek soyundu. Sonra, sinirleri üzerindeki kontrolü arttırarak, bedenine
büyümesini emretti. Döşeme alçalıyormuş, tavan ise yaklaşıyormuş gibi oldu.
Özel bir dikkatle gözlediği elleri, daha o anda normalde olduklarından iki katı
fazla büyüklüğe ulaşmışlardı. Murier ellerinin ışıkgeçirmezliğinin büyümeleri
ile ters orantıda azaldığını görüyordu. Aynı anda bileklerinin ve parmaklarının
kemiklerini ayırt etti. Gardroptaki aynanın karşısına geçtiğinde, dev gibi
kocaman bir göğsün içinde kalbinin ritmik atışlarını belli belirsiz işitti. Derisi
ve dokuları belli bir ölçüde yarısaydam hale gelmişti. Ancak deneyini uzattığı
için, sinirleri üzerindeki istemli baskısını sürdürmeyi unuttu ve bir anda ilk
boyutlarına geri döndü.
Organizması
öyle gerilmişken yorucu bir heyecan duyuyordu. Aslında, hadise herhangi maddi
bir katkı olmadan meydana geldiği için dokularının direnci büyük ölçüde düşmüş,
derisi ise incelmişti; duyu sinirlerinin uçları, dış dünyayla bu neredeyse ani
temastan acı verecek kadar etkilenmişti.
Epeyce
eski robdöşambrını giydikten sonra, yatağında oturur vaziyette, bu tuhaf
psikolojik anormalliği incelemeye devam etti. Bedenin genelinde herhangi bir
ödem oluşmamıştı. Kabartı ya da şişlik yoktu, ancak tüm organların - vücudunun
içinin olduğu kadar dışının da - orantılı bir gelişimi söz konusuydu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)