8 Ağustos 2018 Çarşamba

Robert Louis Stevenson | İlk Kitabım: Define Adası | [2]

Robert Louis STEVENSON
My First Book: Treasure Island”
The Idler 6 [August 1894]


1. kısım için tıklayınız İLK KİTABIM: "DEFİNE ADASI"

....


İsimler, ağaçlık bölgelerin şekilleri, yolların ve derelerin gidiş hatları, prehistorik adamın yukarıda tepede ve aşağıda vadide hâlâ gözle seçilebilecek ayak izleri, değirmenler ve harabeler, gölcükler ve sığlıklar, çalıların içinde belki bir Dikilitaş ya da Druid çemberi....


Burada gözleri bakmaya hevesli ya da anlamak için iki kuruşluk da olsa hayalgücü olan biri için sonsuz bir kaynak vardı. Başını çayırlara yatırdığını, bakışlarının sonsuz küçük ormana dalıp gittiğini ve orasının masalsı ordularla dolup taştığını hiçbir çocuk hatırlamak zorunda değildir. Hemen hemen benzer bir şekilde, "Define Adası" haritamı süzdüğümde, kitabın gelecekteki karakterleri hayali ağaçlıklar boyunca  gözle görülür biçimde ortaya çıkmaya başladı; esmer yüzleri, parıldayan silahları ile beklenmedik yerlerden çıkıp üzerime geldiler, düz bir taslakta bir karışlık yerde dalaşıyorlar, hazine avında bir oraya bir buraya gidip geliyorlardı.
Sonrasında hatırladığım ilk şey, hemen önümde birkaç kâğıdım olduğu, aynı anda bölümlerin listesini yazıyordum. Bunu daha önce kimbilir kaç kez yapmış ama bir adım ötesine geçememiştim. Ancak bu tür girişimlerde başarı unsurları bunlar olsa gerek. Erkek çocuklar için bir hikâye olacağa benziyordu; psikolojiye yahut kibâr yazıma gerek yoktu; üstelik hazır elimin altında mihenktaşı olarak bir erkek çocuk da vardı. Kadınlar hariç tutulmuştu. İki direkli bir yelkenliyi kumanda edebilme becerisinden yoksundum (Hispaniola bunlardan biri olabilirdi), ancak onu uskuna gibi yüzdürerek rezil olmadan işin içinden sıyrılabileceğimi düşündüm. Sonra da John Silver için, kendime yatırım fonları sözü verdiğim, şöyle bir fikre vardım: onu sevilen bir arkadaşım yapmak (okurun da benim kadar çok sevdiği), onu tüm iyi niteliklerinden,  mizacındaki en yüksek lütuflardan yoksun bırakmak, her şeyini almak ama gücünü, cesaretini, çevikliğini ve de olağanüstü sevimliliğini bırakmak, ve bunları çaylak bir gemicinin kültürüne özgü kelimelerle ifade etmek. "Karakter yaratmanın" bilindik bir yolu psişik muayene gibidir; ve belki de, bu,  tek yöntemdir. Geçen gün yolun kenarında bizimle yüz kelime konuşan hoş figürü karakterin içine yerleştirebiliriz; ama onu tanıyor muyuz? Arkadaşımız, sonsuz varyetesi ve rol esnekliği ile onu tanıyoruz, ama onu karakterin içine yerleştirebilir miyiz? Birincisine ikincil ve hayali nitelikler yerleştirmeliyiz, ayrıca, kötülükler, günahlar da mümkün; ikincisinden ise, bıçak elimizde, doğasının gereksiz tüm dal ve budaklarını kesip atmalıyız; ta ki gövde ve büsbütün emin olduğumuz birkaç dal kalıncaya dek.

------------







5 Ağustos 2018 Pazar

blogta ayın şarkısı | Roswell Rudd & Toumani Diabaté - Bamako

LOUIS−FRÉDÉRIC ROUQUETTE | Büyük Beyaz Sessizlik | ilk sayfalar


LOUISFRÉDÉRIC ROUQUETTE
Le Grand Silence Blanc
J. FERENCZI, Paris, 1921

BÜYÜK BEYAZ SESSİZLİK

I

Tanışma Amaçlı Bir Ziyaret


Adam içeri girdi.
Rahatça koltuğa yerleşti, fötrünü çıkarıp, yanına halının üstüne bıraktı, bacak bacak üstüne attı ve şöyle dedi:
− Beyfendi.
Aslında İngilizler gibi Bey Efendi dedi, sonra ekledi:
Ben Fransızım.
Ona bir kaç hoşgeldin kelimesi söyleyecektim ki, aniden elini kaldırıp sözümü kesti:
− Teşekkür etmesi gereken benim, siz çok meşgul bir insansınız, sizi rahatsız ettim. Öyle, gerçekten öyle. Çok az vaktinizi alacağım.
Edebiyat, gerek Fransa’da gerek İngiltere yahut başka bir ülkede hardal, ayakkabı boyası yahut Kaptan Cook marka ringa balıkları gibi müşteri bulur. Afişler asılır, davullar gümbürdetilir ve elde megafon avaz avaz bağırılır. “Duyduk duymadık demeyin! Mösyö Chose’un romanını okuyun. Mösyö Chose meşhur biridir. Son eserinin baskısı yüzbine ulaştı.”
Halka gelince, onlar da şöyle diyecektir: “Mösyö Chose’un romanı, romanların en iyisi, evde kalmış kızlar, köy papazları, Y.M.C.A[1] üyeleri okumakta iyi eder.” Ya da şöyle: “Bu romanı, evde kalmış kızlar, köy papazları, Y.M.C.A. üyeleri okumamakta iyi eder.”
“Her iki halde de kitabı satın alırlar, kimileri “temiz, ahlaklı, ad usum pucellarum” bir edebiyatla, kimileri de iç gıdıklayan, açık saçık sahnelerle karşılaşmayı umar.
“Beni, affedin Bey efendi, buralara ilk gelenler, tüm reklam panolarını, görünürdeki her yeri tutmuşlar; gençlere layık görülen yerse duvar dipleri, otobüsler üzerlerine çamur sıçratıyor, köpekler paçalarından çekiyor, polisin talimatlarına rağmen boş boş gezmekten başka bir şey yapmıyorlar.”
Karşı çıktım:
“Gözümle gördüm diyemem...”
Heyecanı yüzünden hâlâ silinmemişti, sözümü kesti:
“Hiç de öyle değil, Bey efendi, gayet görüyorsunuz, ben de siz gördüğünüz için geldim, panonuzda dili sünmüş insanlara da yer vermeyi biliyorsunuz.
Hoşuma gittiniz. Henüz on dakika oldu, sizi tanımıyordum, ama nasıl hayal ettiysem öylesiniz. Afedersiniz, bey efendi, fransızcam ancak bu kadar... Demek istediğim şu, isminizi gördüğümde kafamda canlanan tiple aynısınız. Size de böyle olduğu olmuyor mu, yani... nasıl denir... isimlerin üzerine fizyonomi oturttuğunuz?
Cevabımı beklemeden devam etti.
− Kitaplarınız hoşuma gidiyor. Sanatçı havaları takınmıyorsunuz, şehirlilikten utanmayan bir şehirlisiniz, all right! Ama onu olduğu gibi betimliyorsunuz. Başkalarının hep yaptığı gibi abartılı yollara başvurup yüksek tirajlar elde edebilirdiniz, ama yapmadınız. Akademiler sizi güldürüyor, fazileti tekelinize almıyorsunuz, hovardaları oynamıyorsunuz, ne güzel. Edebiyat acemilerine karşı yardımseversiniz ki bu çok daha güzel. Biliyorum... Biliyorum... Kolonel havalarınıza bürünmeyin, soğuk maskenize rağmen, besicle gözlüklerinizin arkasında ışıldayan gözleriniz var. Bunlar acaba kötülükten mi yoksa iyilikten mi böyle ışıldıyor? İşte bu yüzden buradayım.



[1] İng. “Young Men’s Christian Association” (Genç Hrsitiyan Erkekler Birliği). (ç.n.)


Marc Wersinger | Yokluğa Düşüş | [2]

MARC WERSINGER
LA CHUTE DANS LE NÉANT
Éditions Le Pré aux Clercs
1947

birinci kısım için tıklayınız YOKLUĞA DÜŞÜŞ [I]


BİRİNCİ BÖLÜM
İLK DENEMELER

....


Ertesi gün uyandığında son derece zindeydi, hareket özgürlüğünü bütünüyle yeniden kazandığını fark etmekten büyük bir sevinç duydu. Önceki günün tuhaf deneyimini bir kez daha yinelemek istedi. Başlangıçta, bu olayı kumanda etmesi lazım gelen gizli zembereği bir türlü yerinden oynatamadı, az kalsın önceki gün yaşadıklarının bir kâbus olduğuna hükmedecekti; ancak birden bire, gömleğinin göğsündeki düğmeler teker teker atmaya başladı, aynı anda ayakları, boğuk bir sesle birlikte örtülerin altından çıkıp yatak demirlerinin arasından ileri doğru seyrediyordu.
Robert göz açıp kapamada odanın boş olduğunu anladı, tek kişi vardı o da diğer başta çamaşır ayıran hastabakıcıydı. Böylece tuhaf deneyimini tekrar etmekte tereddüt etmedi.
Şüpheye yer yoktu: artık kendi isteğiyle deve dönüşme yeteneğine sahipti.
Acaba ne gibi psikolojik bir hadise bu dönüşümün gerçekleşmesine neden olmuştu? Hiçbir fikri yoktu. Ancak bilimsel merakı bir kez uyandığından denemelerini arttırmak için sabırsızlanıyordu.
Bir an için meseleyi başhekime açmayı düşündü ancak bu fikrin aklına gelmesiyle uçup gitmesi bir oldu: başhekim seçkin bir doktordu, hiç de hafife alınmayacak böylesine bir vakayı mutlaka incelemek ister, elbette genç adamı alıkoymakta sakınca görmezdi. Ama genç adam için en başta gelen şey özgürlüktü. Ayrıca eğer ihtiyaç kendini hissettirirse Fakülte’ye başvurmak onun için her zaman mümkündü.
Robert Mûrier çocuksu bir neşe içinde Paris asfaltına ayak bastı. Doğuştan gelme melankolikliği anında kaybolmuştu, hayat şimdi ona hayran olunacak kadar güzel geliyordu.
Birkaç dakika sonra evindeydi, edindiği garip yeteneği mümkün olduğunca titizlikle incelemeye karar verdi.
Çırılçıplak kalıncaya dek soyundu. Sonra, sinirleri üzerindeki kontrolü arttırarak, bedenine büyümesini emretti. Döşeme alçalıyormuş, tavan ise yaklaşıyormuş gibi oldu. Özel bir dikkatle gözlediği elleri, daha o anda normalde olduklarından iki katı fazla büyüklüğe ulaşmışlardı. Murier ellerinin ışıkgeçirmezliğinin büyümeleri ile ters orantıda azaldığını görüyordu. Aynı anda bileklerinin ve parmaklarının kemiklerini ayırt etti. Gardroptaki aynanın karşısına geçtiğinde, dev gibi kocaman bir göğsün içinde kalbinin ritmik atışlarını belli belirsiz işitti. Derisi ve dokuları belli bir ölçüde yarısaydam hale gelmişti. Ancak deneyini uzattığı için, sinirleri üzerindeki istemli baskısını sürdürmeyi unuttu ve bir anda ilk boyutlarına geri döndü.
Organizması öyle gerilmişken yorucu bir heyecan duyuyordu. Aslında, hadise herhangi maddi bir katkı olmadan meydana geldiği için dokularının direnci büyük ölçüde düşmüş, derisi ise incelmişti; duyu sinirlerinin uçları, dış dünyayla bu neredeyse ani temastan acı verecek kadar etkilenmişti.
Epeyce eski robdöşambrını giydikten sonra, yatağında oturur vaziyette, bu tuhaf psikolojik anormalliği incelemeye devam etti. Bedenin genelinde herhangi bir ödem oluşmamıştı. Kabartı ya da şişlik yoktu, ancak tüm organların - vücudunun içinin olduğu kadar dışının da - orantılı bir gelişimi söz konusuydu.