(Mme) Louis
Hourticq
Les Plus Beaux
Contes De Tous Les Pays
Librairie Hachette
Et Co.
1911, Paris.
TEMBEL
- Rus Masalı -
Bir adamın üç oğlu varmış. Büyük
ve ortanca oğul evli ve akıllıymış. Bunların aksine en küçükleri ise aptal ve
tembelmiş. Öyle ki onu ya Aptal ya da Tembel diye çağırırlarmış. Babası ömrünün
sonuna yaklaştığını hissettiğinde, tüm varlığını büyüklere paylaştırmış, bunun
haricinde de her bir çocuğuna yüzer duka vermiş. Kısa süre sonra da hayatını
kaybetmiş.
Bir gün abileri
Aptal’a şöyle demiş: “Bize yüz dukanı ver. Büyük bir yolculuğa çıkacağız,
sonuçları mükemmel olacak, zenginliğimiz artacak. Sana kızıl bir kasket, kızıl
bir kuşak ve kızıl pabuçlar getireceğiz. Biz uzaklardayken sen de karılarımızın
yanında dur, onların sözünden çıkma e-mi!” Aptal, abilerinin bahsettiği
eşyaları uzun zamandır hayal ediyormuş. Tüm parasını seve seve onlara vermiş.
Sonra da yengelerinin yanına yerleşmiş. Dünyada görülebilecek en tembel kişi o
olduğu içindir ki ya hep oturuyormuş ya da sobanın yanında uyukluyormuş. Ve sadece
kadınlar ona seslendiğinde ayağa kalkıyormuş - o da homurdana homurdana. Yengeleri
dediklerini yaptırabilmek için ona sıcak çorba, galeta, tatlı şarap gibi
ödüller vermek zorunda kalıyorlarmış. Aksi halde Aptal iş yapmayı reddediyormuş.
“Hadi, Tembel,”
demişler ona bir gün, “git de biraz su getir.” Aptal kılını kıpırdatmamış.
Dışarısı dona tutmuş, şiddetli soğuk varmış. Böylesine yorucu bir işin
düşüncesi bile burun kıvırmasına yetmiş.
“Kendiniz gidin,”
demiş onlara.
“Koca oğlan, eğer gidersen
biz de döndüğünde sana galeta ve şarap veririz. Kendin bilirsin… Yoksa
kocalarımız döndüğünde seni şikâyet ederiz. Sen de kasketi, kuşağı, pabucu
unutur, avcunu yalarsın…”
Tembel söylene
söylene kalkmış, testileri ve bir balta almış, nehir kıyısına yollanmış. Buzu
kırmış, kovaları doldurmuş, bir süre hareketsiz, suyu seyre dalmış. Sonra çok
yakınında yüzen bir turna balığı fark etmiş, elini hızla suya daldırmış, zahmet
çekmeden balığı yakalamış.
“Beni suya geri
at,” demiş turna balığı. “Karşılığında ne istersen veririm.”
“Pekâlâ, ama
dileğimin hemen gerçekleştirilmesini isterim.”
“Anlaşıldı, sadece şunları
söylemen yeter:
“Benim dileğim ve
turna balığının rızasıyla, şu şu şey olsun.”
Aptal balığı
serbest bırakmayı kabul etmiş, onun suyun derinliklerinde kaybolmasını izlemiş:
sonra da iki su kovasına dönüp, şöyle bağırmış: “Benim dileğim ve turna
balığının rızasıyla, bu testiler de kovalar da eve gitsin.” Kovalar yürümeye
koyulmuş. Tembel elinde bir değnek onları takip ediyor, kazları güder gibi onlara
yol gösteriyormuş. Eve varmış, ve yine sobanın yanına serilmek için hiç vakit
kaybetmemiş.
“Tembel! Hadi kalk,”
demiş yengeleri az sonra, “baltayı al da odun kesip gel.”
“Beni rahat bırakın
allahaşkına, gidin kendiniz kesin.”
“Eğer gitmezsen,
soba sönmüş umurumuzda olmaz, sen de soğuktan tit tir titrersin.”
Yengeleri yanından
gider gitmez, Aptal sobaya iyice sokulmuş, kendi kendine şöyle demiş: “Benim
dileğim ve turna balığının rızasıyla, odun kesilsin.” Balta bırakıldığı dolaptan
aniden çıkmış, sundurmanın altına gitmiş, oradaki odunları kesmeye koyulmuş.
Kesilen her odun kendiliğinden gelip sobanın içinde ateşe ekleniyormuş. Bu
sırada Tembel bir sedirin üzerine boylu boyunca uzanmış, huzur içinde
uyumaktaymış.
Birkaç gün sonra yengeleri
Aptal’a yine seslenmiş:
“Evde odun kalmadı.
Git de ormandan odun getir.”
Genç adam bu sefer
onlara dil döktürtmemiş. Tüm köyün, yapabildiklerini göreceği düşüncesi hoşuna
gitmiş. Erzak olarak yanına bir galeta ve bir şişe şarap almış. Ve bir kızak
bulmaya gitmiş. Bulmaya bulmuş ama çekecek bir tane bile at yokmuş. Bu kadar
küçük bir sorunu dert etmemiş elbette. Kırbacı şaklatıp: “Benim dileğim ve
turna balığının rızasıyla bu kızak kendi başına yürüsün.” Dediği şey anında
gerçekleşmiş. Tembel, bu garip taşıt içinde önemli bir şehre girmiş. Her bir
taraftan insanlar atsız giden kızağı görmek için koşa koşa geliyorlarmış. Tuhaf
arabanın etrafında git gide daha da kalabalık olmuşlar. Genç adama sorular
yöneltiyor, onu durdurmaya çalışıyorlarmış. Öyle ki sonunda Tembel’in sabrı taşmış,
merak dolu bakışlardan kaçmak için, gidişini hızlandırmış. Kadınlar, çocuklar
korkup kenara çekilmiş, köpekler sıçramış, herkes sakınıp ayağını geri çekmiş. Ormana
varınca, ağaç yükünü almış ve eve dönmek için aynı yolu tutmuş. Birkaç saat
önce onca gürültü patırtıya sebep olduğu köye varınca, köylüler yolunu kesmiş.
Onu zaptettikleri gibi aracına da el koymuşlar. Tembel, çileli on beş dakika
geçirmiş ama o sırada aklına bir şey gelmiş: “Benim dileğim ve turna balığının
rızasıyla kızağımdaki odunlar bu insanlara güzel bir sopa çeksin.”
Aynı anda kütükler,
değnekler köylülerin sırtlarına, omuzlarına, bacaklarına inmeye başlamış.
Herkes korku ve acıdan feryat ediyormuş. Tembel tekrar yola koyulmuş,
yapabildiklerini düşündükçe için için gülüyormuş, sonunda kapıya gelmiş ve
aracından inmiş.
Serüvenleri kralın
kulağına kadar gitmiş, kral bu mucize yaratan delikanlıyı tanımayı hararetle istiyormuş.
Yaverlerinden birine onu huzuruna getirmesini emretmiş. Yaver, Aptal’ın yengelerinin
yanına gelmiş, ve görevinin içeriğini belirtmiş.
“Tembel! Tembel!
Koltuğundan kalk da kralın sarayına git!” diye çıkışmış ona yengeleri. Pazar
ayini giysini giy, geç de kalma.”
“Niçin gidecekmişim?
Ne ihtiyacım varsa burada hepsine sahibim. Rahatımı kaçırmayın, kılımı
kıpırdatmam.”
Hükümdarın elçisi
ona okkalı bir şamar indirmiş. Bunun üzerine Tembel mırıldanmış: “Benim dileğim
ve turna balığının rızası ile süpürge bu beyi bir güzel pataklasın.” Aynı anda
süpürge şiddetli darbelerle talihsiz adamın üzerine inmeye başlamış, ta ki bir
fırsatını bulup arabasına kaçıncaya dek… Yaver derhal kralın huzuruna çıkmış
yaşadığı kötü macerayı, nasıl geri çevrildiğini anlatmış.
Kral, Aptal’a yeni
bir elçi göndermiş. Ama bu elçi daha akıllıymış, genç adamın nelerden hoşlandığını
sorup soruşturmuş. Neye dikkat etmesi gerektiğini öğrenince de, karşısına
gelmiş, saygıyla eğilip şöyle demiş: “Benimle saraya gelmeyi lütfeder misiniz?
Kral size kızıl bir kuşak, kızıl bir kasket ve kızıl pabuçlar hediye etmek
istiyor.” Tembel, oldukça memnun, elçiye şu yanıtı vermiş: “Hemen geliyorum.
Siz yola çıkın ve hiç durmayın. Ben her halükârda sizden önce varırım.”Yanında
oturduğum soba, benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, beni kralın sarayına
götürsün!” Sözü biter bitmez soba sönmüş, Tembel’in bacakları arasına yerleşmiş
ve dışarı fırlamış; sokaktan sokağa geçmiş. Bu garip taşıtın üzerine rahatça yerleşmiş
genç adam, bir yandan galeta yiyip bir yandan güzel bir şişe şarabı
yudumluyormuş. Ve nihayet soba sarayın alabildiğine uzun merdivenleri önünde
durmuş. Kral ve erkânı o sırada balkondalarmış, bu olağanüstü gösteri
karşısında şaşakalmışlar.
“Sen de kimsin? Ne
istiyorsun?” diye bağırmış kral.
“Ben Aptal’ım,
Tembel de derler, siz hangisini beğenirseniz öyle seslenin. Papuçlarımı,
kasketimi ve kuşağımı almaya geldim.”
Böyle konuşurken,
kafasını kaldırmış ve pencerede kralın kızını görmüş; prensesin göz kamaştırıcı
bir güzelliği varmış.
“Benim dileğim ve
turna balığının rızasıyla, bu sevimli prenses benim nişanlım olsun!”
Sonra geldiği gibi
geri dönmüş, o hiç uğraşmadan dileğinin gerçekleşeceğinden eminmiş.
Doğrusu kralın kızı
da kaşla göz arasında gördüğü delikanlıya büyük bir sevgi beslemiş. Babasının
dizlerine atılmış, beni Aptal’a ver diye yalvarmış. Babası onu doğru yola
getirmeye çalışmış, ama ne fayda! Meylettiği kişinin kalın kafalı, basit bir
köylü olduğunu ispatlamaya çalışmış, nafile… Genç kızın aşkı günbegün artmış.
Tasalı kral, adamlarına emir vermiş, kaçamasın diye Aptal’ı sarhoş etmişler,
sonra da kıskıvrak yakalayıp saraya getirmişler. Burada onu kralın getirttiği
son derece güçlü bir büyücü bekliyormuş. Büyücü, Aptal’ın sarhoşluğundan
faydalanıp, onu büyük kristal bir fıçının içine hapsetmiş. Kralın kızı bu
olayın üstüne gelmiş, babasına sevdiceğiyle aynı yazgıyı paylaşmak istediğini
söylemiş. Israrlarından gına gelen kral, kızının Aptal’ın yanına hapsedilmesini
emretmiş, ondan tek kelime dahi duymaya tahammülü kalmamışmış. Emir yerine
getirildiği anda, fıçı havalara uçmuş. Prenses hemen Tembel’i kendine getirmiş,
başlarını bu beladan kurtarıp kurtaramayacağını sormuş.
“Galiba
hallederim,” diye yanıtlamış onu Aptal, “benim için çocuk oyuncağı. Benim
dileğim ve turna balığının rızasıyla, şu an güzel bir şatoda olmamızı
istiyorum.”
Fıçı iki hava
yolcusunu yumuşakça yere bırakmış. Mermerden olağanüstü bir saraya girebilmek
için çektikleri tek zahmet içeri adım atmak olmuş. Pencereler kristaldenmiş,
çatı amberden, mobilyalar ise nadide ahşaptan. Bu şato bir adanın ortasındaymış
ve adayı karaya bağlayan tek şey, elmaslarla süslü kemerler üzerinde yükselen gümüşten
bir köprüymüş. Prenses, nişanlısından babasının sarayına kadar ona eşlik
etmesini rica etmiş. Onun affını ve evliliklerini kutsamasını diliyormuş. Aşk
nedeniyle biraz akıllanmaya başlayan Aptal, esasında bu güzel prensese layık
olmadığını düşünmüş, ne de olsa kendisi krallığın en aptalıymış. Şöyle
mırıldanmış ve bu son dileği olmuş:
“Benim dileğim ve
turna balığının rızası ile, kafamın içi zeka ve akılla dolsun!” Beyni aniden
aydınlanmış, eskiden ne kadar kafasızsa şimdi de o kadar parlak bir zihne sahip
olmuş, eskiden ne kadar tembelse şimdi de o kadar hareketliymiş. Nişanlısını
elinden tutmuş, dileğini ikiletmemiş, birlikte saraya gitmişler ve kralın
dizlerine kapanmışlar. Genç adam eylemini öyle güzel savunmuş ki kral gönlü
rahat kızını ona vermiş. Düğün, dillere destan şölenlerle kutlanmış. Genç çift
o harika şatoda yaşamış, ta ki kral, üstün niteliklerinden ötürü damadını
halefi yapıncaya dek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder