16 Şubat 2020 Pazar

Tembel - Rus Masalı / Derleyen (Mme) Louis Hourticq

(Mme) Louis Hourticq
Les Plus Beaux Contes De Tous Les Pays
Librairie Hachette Et Co.
1911, Paris.


TEMBEL
- Rus Masalı - 


Bir adamın üç oğlu varmış. Büyük ve ortanca oğul evli ve akıllıymış. Bunların aksine en küçükleri ise aptal ve tembelmiş. Öyle ki onu ya Aptal ya da Tembel diye çağırırlarmış. Babası ömrünün sonuna yaklaştığını hissettiğinde, tüm varlığını büyüklere paylaştırmış, bunun haricinde de her bir çocuğuna yüzer duka vermiş. Kısa süre sonra da hayatını kaybetmiş.
Bir gün abileri Aptal’a şöyle demiş: “Bize yüz dukanı ver. Büyük bir yolculuğa çıkacağız, sonuçları mükemmel olacak, zenginliğimiz artacak. Sana kızıl bir kasket, kızıl bir kuşak ve kızıl pabuçlar getireceğiz. Biz uzaklardayken sen de karılarımızın yanında dur, onların sözünden çıkma e-mi!” Aptal, abilerinin bahsettiği eşyaları uzun zamandır hayal ediyormuş. Tüm parasını seve seve onlara vermiş. Sonra da yengelerinin yanına yerleşmiş. Dünyada görülebilecek en tembel kişi o olduğu içindir ki ya hep oturuyormuş ya da sobanın yanında uyukluyormuş. Ve sadece kadınlar ona seslendiğinde ayağa kalkıyormuş - o da homurdana homurdana. Yengeleri dediklerini yaptırabilmek için ona sıcak çorba, galeta, tatlı şarap gibi ödüller vermek zorunda kalıyorlarmış. Aksi halde Aptal iş yapmayı reddediyormuş.
“Hadi, Tembel,” demişler ona bir gün, “git de biraz su getir.” Aptal kılını kıpırdatmamış. Dışarısı dona tutmuş, şiddetli soğuk varmış. Böylesine yorucu bir işin düşüncesi bile burun kıvırmasına yetmiş.
“Kendiniz gidin,” demiş onlara.
“Koca oğlan, eğer gidersen biz de döndüğünde sana galeta ve şarap veririz. Kendin bilirsin… Yoksa kocalarımız döndüğünde seni şikâyet ederiz. Sen de kasketi, kuşağı, pabucu unutur,  avcunu yalarsın…”
Tembel söylene söylene kalkmış, testileri ve bir balta almış, nehir kıyısına yollanmış. Buzu kırmış, kovaları doldurmuş, bir süre hareketsiz, suyu seyre dalmış. Sonra çok yakınında yüzen bir turna balığı fark etmiş, elini hızla suya daldırmış, zahmet çekmeden balığı yakalamış.
“Beni suya geri at,” demiş turna balığı. “Karşılığında ne istersen veririm.”
“Pekâlâ, ama dileğimin hemen gerçekleştirilmesini isterim.”
“Anlaşıldı, sadece şunları söylemen yeter:
“Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, şu şu şey olsun.”
Aptal balığı serbest bırakmayı kabul etmiş, onun suyun derinliklerinde kaybolmasını izlemiş: sonra da iki su kovasına dönüp, şöyle bağırmış: “Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, bu testiler de kovalar da eve gitsin.” Kovalar yürümeye koyulmuş. Tembel elinde bir değnek onları takip ediyor, kazları güder gibi onlara yol gösteriyormuş. Eve varmış, ve yine sobanın yanına serilmek için hiç vakit kaybetmemiş.
“Tembel! Hadi kalk,” demiş yengeleri az sonra, “baltayı al da odun kesip gel.”
“Beni rahat bırakın allahaşkına, gidin kendiniz kesin.”
“Eğer gitmezsen, soba sönmüş umurumuzda olmaz, sen de soğuktan tit tir titrersin.”
Yengeleri yanından gider gitmez, Aptal sobaya iyice sokulmuş, kendi kendine şöyle demiş: “Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, odun kesilsin.” Balta bırakıldığı dolaptan aniden çıkmış, sundurmanın altına gitmiş, oradaki odunları kesmeye koyulmuş. Kesilen her odun kendiliğinden gelip sobanın içinde ateşe ekleniyormuş. Bu sırada Tembel bir sedirin üzerine boylu boyunca uzanmış, huzur içinde uyumaktaymış.
Birkaç gün sonra yengeleri Aptal’a yine seslenmiş:
“Evde odun kalmadı. Git de ormandan odun getir.”
Genç adam bu sefer onlara dil döktürtmemiş. Tüm köyün, yapabildiklerini göreceği düşüncesi hoşuna gitmiş. Erzak olarak yanına bir galeta ve bir şişe şarap almış. Ve bir kızak bulmaya gitmiş. Bulmaya bulmuş ama çekecek bir tane bile at yokmuş. Bu kadar küçük bir sorunu dert etmemiş elbette. Kırbacı şaklatıp: “Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla bu kızak kendi başına yürüsün.” Dediği şey anında gerçekleşmiş. Tembel, bu garip taşıt içinde önemli bir şehre girmiş. Her bir taraftan insanlar atsız giden kızağı görmek için koşa koşa geliyorlarmış. Tuhaf arabanın etrafında git gide daha da kalabalık olmuşlar. Genç adama sorular yöneltiyor, onu durdurmaya çalışıyorlarmış. Öyle ki sonunda Tembel’in sabrı taşmış, merak dolu bakışlardan kaçmak için, gidişini hızlandırmış. Kadınlar, çocuklar korkup kenara çekilmiş, köpekler sıçramış, herkes sakınıp ayağını geri çekmiş. Ormana varınca, ağaç yükünü almış ve eve dönmek için aynı yolu tutmuş. Birkaç saat önce onca gürültü patırtıya sebep olduğu köye varınca, köylüler yolunu kesmiş. Onu zaptettikleri gibi aracına da el koymuşlar. Tembel, çileli on beş dakika geçirmiş ama o sırada aklına bir şey gelmiş: “Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla kızağımdaki odunlar bu insanlara güzel bir sopa çeksin.”
Aynı anda kütükler, değnekler köylülerin sırtlarına, omuzlarına, bacaklarına inmeye başlamış. Herkes korku ve acıdan feryat ediyormuş. Tembel tekrar yola koyulmuş, yapabildiklerini düşündükçe için için gülüyormuş, sonunda kapıya gelmiş ve aracından inmiş.
Serüvenleri kralın kulağına kadar gitmiş, kral bu mucize yaratan delikanlıyı tanımayı hararetle istiyormuş. Yaverlerinden birine onu huzuruna getirmesini emretmiş. Yaver, Aptal’ın yengelerinin yanına gelmiş, ve görevinin içeriğini belirtmiş.
“Tembel! Tembel! Koltuğundan kalk da kralın sarayına git!” diye çıkışmış ona yengeleri. Pazar ayini giysini giy, geç de kalma.”
“Niçin gidecekmişim? Ne ihtiyacım varsa burada hepsine sahibim. Rahatımı kaçırmayın, kılımı kıpırdatmam.”
Hükümdarın elçisi ona okkalı bir şamar indirmiş. Bunun üzerine Tembel mırıldanmış: “Benim dileğim ve turna balığının rızası ile süpürge bu beyi bir güzel pataklasın.” Aynı anda süpürge şiddetli darbelerle talihsiz adamın üzerine inmeye başlamış, ta ki bir fırsatını bulup arabasına kaçıncaya dek… Yaver derhal kralın huzuruna çıkmış yaşadığı kötü macerayı, nasıl geri çevrildiğini anlatmış.
Kral, Aptal’a yeni bir elçi göndermiş. Ama bu elçi daha akıllıymış, genç adamın nelerden hoşlandığını sorup soruşturmuş. Neye dikkat etmesi gerektiğini öğrenince de, karşısına gelmiş, saygıyla eğilip şöyle demiş: “Benimle saraya gelmeyi lütfeder misiniz? Kral size kızıl bir kuşak, kızıl bir kasket ve kızıl pabuçlar hediye etmek istiyor.” Tembel, oldukça memnun, elçiye şu yanıtı vermiş: “Hemen geliyorum. Siz yola çıkın ve hiç durmayın. Ben her halükârda sizden önce varırım.”Yanında oturduğum soba, benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, beni kralın sarayına götürsün!” Sözü biter bitmez soba sönmüş, Tembel’in bacakları arasına yerleşmiş ve dışarı fırlamış; sokaktan sokağa geçmiş. Bu garip taşıtın üzerine rahatça yerleşmiş genç adam, bir yandan galeta yiyip bir yandan güzel bir şişe şarabı yudumluyormuş. Ve nihayet soba sarayın alabildiğine uzun merdivenleri önünde durmuş. Kral ve erkânı o sırada balkondalarmış, bu olağanüstü gösteri karşısında şaşakalmışlar.
“Sen de kimsin? Ne istiyorsun?” diye bağırmış kral.
“Ben Aptal’ım, Tembel de derler, siz hangisini beğenirseniz öyle seslenin. Papuçlarımı, kasketimi ve kuşağımı almaya geldim.”
Böyle konuşurken, kafasını kaldırmış ve pencerede kralın kızını görmüş; prensesin göz kamaştırıcı bir güzelliği varmış.
“Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, bu sevimli prenses benim nişanlım olsun!”
Sonra geldiği gibi geri dönmüş, o hiç uğraşmadan dileğinin gerçekleşeceğinden eminmiş.
Doğrusu kralın kızı da kaşla göz arasında gördüğü delikanlıya büyük bir sevgi beslemiş. Babasının dizlerine atılmış, beni Aptal’a ver diye yalvarmış. Babası onu doğru yola getirmeye çalışmış, ama ne fayda! Meylettiği kişinin kalın kafalı, basit bir köylü olduğunu ispatlamaya çalışmış, nafile… Genç kızın aşkı günbegün artmış. Tasalı kral, adamlarına emir vermiş, kaçamasın diye Aptal’ı sarhoş etmişler, sonra da kıskıvrak yakalayıp saraya getirmişler. Burada onu kralın getirttiği son derece güçlü bir büyücü bekliyormuş. Büyücü, Aptal’ın sarhoşluğundan faydalanıp, onu büyük kristal bir fıçının içine hapsetmiş. Kralın kızı bu olayın üstüne gelmiş, babasına sevdiceğiyle aynı yazgıyı paylaşmak istediğini söylemiş. Israrlarından gına gelen kral, kızının Aptal’ın yanına hapsedilmesini emretmiş, ondan tek kelime dahi duymaya tahammülü kalmamışmış. Emir yerine getirildiği anda, fıçı havalara uçmuş. Prenses hemen Tembel’i kendine getirmiş, başlarını bu beladan kurtarıp kurtaramayacağını sormuş.
“Galiba hallederim,” diye yanıtlamış onu Aptal, “benim için çocuk oyuncağı. Benim dileğim ve turna balığının rızasıyla, şu an güzel bir şatoda olmamızı istiyorum.”
Fıçı iki hava yolcusunu yumuşakça yere bırakmış. Mermerden olağanüstü bir saraya girebilmek için çektikleri tek zahmet içeri adım atmak olmuş. Pencereler kristaldenmiş, çatı amberden, mobilyalar ise nadide ahşaptan. Bu şato bir adanın ortasındaymış ve adayı karaya bağlayan tek şey, elmaslarla süslü kemerler üzerinde yükselen gümüşten bir köprüymüş. Prenses, nişanlısından babasının sarayına kadar ona eşlik etmesini rica etmiş. Onun affını ve evliliklerini kutsamasını diliyormuş. Aşk nedeniyle biraz akıllanmaya başlayan Aptal, esasında bu güzel prensese layık olmadığını düşünmüş, ne de olsa kendisi krallığın en aptalıymış. Şöyle mırıldanmış ve bu son dileği olmuş:
“Benim dileğim ve turna balığının rızası ile, kafamın içi zeka ve akılla dolsun!” Beyni aniden aydınlanmış, eskiden ne kadar kafasızsa şimdi de o kadar parlak bir zihne sahip olmuş, eskiden ne kadar tembelse şimdi de o kadar hareketliymiş. Nişanlısını elinden tutmuş, dileğini ikiletmemiş, birlikte saraya gitmişler ve kralın dizlerine kapanmışlar. Genç adam eylemini öyle güzel savunmuş ki kral gönlü rahat kızını ona vermiş. Düğün, dillere destan şölenlerle kutlanmış. Genç çift o harika şatoda yaşamış, ta ki kral, üstün niteliklerinden ötürü damadını halefi yapıncaya dek.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder