".... Saat altı olduğunda ikimiz de, bakanlığa beş dakika uzaklıkta, kendi
halinde bir sokakta yaşayan Lambert’in kapısını çalıyorduk. Evi ayrıca dördüncü
ve son kattaydı. Kirasının dört yüz frank olduğunu biliyordum. Bu apartman
dairesi küçüktü fakat oldukça kullanışlıydı, ve özellikle sıradışı denecek
kadar temizdi. Her eşyanın son bir toz bezi darbesi yediği öylesine açık
olmasına rağmen, içerisinin, şöyle diyecek olursak, iki kadın tarafından
kesintisiz bir biçimde temiz tutulduğu ayrımına varıyordunuz....."
"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
11 Haziran 2015 Perşembe
4 Haziran 2015 Perşembe
E-kitap, KAZARA GÜZEL, Haziran ayı sonuna kadar %50 indirimde
AŞIK ŞEYTAN'IN YAZARI JACQUES CAZOTTE'TAN BÜYÜKLER İÇİN BİR PERİ MASALI
"Bir Astrakan kralı ardında küçük yaşta bir
prensi selef bırakarak hayata gözlerini yumdu. Küçük çocuğu annesinin
otoritesine bırakmıştı. Kraliçe oğluna görülmedik bir şefkat besliyordu, onu
gözlerinin önünden bir an olsun ayırmıyor hatta yatağının yanında yatırıyordu.
Kraliçe, uykusuzluk hastalığına
yakalandığından, işinin ehli uyku getirici kim varsa etrafına toplamıştı, bu
kadınlar öyle yetenekliydi ki, genç kadının bedeninin bütün uzuvlarını hafifçe
ovarak ruhunu uyuşmaya hazırlıyor, her türden masallar, özellikle peri
masalları anlatıp onu eğlendirerek nihayetinde uykusunun gelmesini
sağlıyorlardı.
Küçük yatağına kıvrılmış
küçük prens, mucizelerle dolu bu masallardan öyle tat almıştı ki geceleyenki
uykusu unutturmasın diye bunları gün boyu kendine yeniden anlattırıyordu. Duru
yoktu, uyku getiricilerin ara vermesine bile izin vermiyordu: öyle ki Asya’nın
bütün pazarlarını araştırıp yeni bir repertuarla gelebilecek uyku getiriciler
bulmak artık şart olmuştu. Zira masallar olmadığında prens yemekten içmekten
kesiliyordu.
Prensin her türde eğitimi alması
gerektiğini bilen kraliçe onun bu masallardan bu kadar kesin bir zevk
almasından tedirgin olmuştu. Onun kanına işlemiş bu tutkuyu dizginlemek için
boşuna uğraştı, en azından uyku getiricileri saraydan uzaklaştırarak oğlunun
masallarla beslenmesini önlemeye çalıştı, ama olmadı.
Çünkü uyku getiricilerin yerini hemen genç
muhasipler almıştı. Mürebbinin kendisi bile, gözden düşmemek için bir masal
anlatıcısı oldu; böylece her şey genç prensin yanlış fikirlerini sürdürmesine
katkıda bulunduğundan doğa onun gözünde artık bir büyü haline geldi.
Pıtı pıtı giden bir fındık sıçanı onun için
küçük sevimli fındık sıçanıydı: bir papağan ya da yeşilağaçkakan, mavi kuştu:
rengine göre, bir yılan ya da yeşil bir yılancık, peri Manto’ydu: sıska bir
yaşlı ya da oldukça kirli pasaklı bir derviş, namsız Urgande ya da büyücü
Pandragon’du. Şu da var ki bahçelerini süslemek için konulmuş bir fıskiyeden
üzerine ilk kez su sıçradığında, mürebbisini dans eden suyu bulduklarına ikna
etmeye çalışmıştı. "
2 Haziran 2015 Salı
Google Play Ekitaplar, KAÇIKLAR, Haziran ayı sonuna kadar %50 indirimde
Poe ve Lovecraft sevenlerin hoşuna gidecek bir
kitap. Çocuklar için özet halinde yayınlanmış Monte Kristo'nun Oğlu'nu
saymayacak olursak İnanılmaz Öyküler ile Jules Lermina, Türkçe'de ilk
kez okurla buluşuyor.
![]() |
Google Play link |
"Çıkış noktam ne olmalı? Tabii ya! Buldum
bile... Saatin altısı. Bu saatin bir anlamı var, bu an, etkin bir güce
sahip. Peki kimin üzerinde? Elbette Golding’in, bunda mutabıkız – ve
şunun da altını çizelim – onun kendi isteminden bağımsız bir etki bu.
Kanıtı, saat altıya on kala, mışıl mışıl uyuyordu. "
....................
....................
" Golding ve diğerleri maddi
karakterler, etten ve kemikten birer kütleye sahipler. En yüce cesaretle donanmış biri bile acaba
neden kendi ayarında biriyle karşılaştığında heyecanlanır? Ormanın bir
köşesinde on tane Golding’le karşılaşsam, onlara meydan okumaktan sakınmazdım. Ama
bir tanesi– anlaşılır olmadığından – varlığının zembereklerinden biri
anlaşılmazlık sınırlarında olduğundan – bana ürkütücü geliyor. Aslına bakacak
olursanız, hafiften korkuyorum.
Ama bu tereddüt uzun sürmüyor...
usulca kapıma kadar süzülüyorum, merdivenleri iki basamak çıkıyorum, tuhaf iki
ziyaretçimin arkasındayım. Ve onlar fark etmeden – zira ruhları bile duymuyor
beni – kolumu ikisinin arasından geçiriyorum, anahtarı gıcırdayan kilidin içine
sokuyorum ve ani bir hamleyle kapıyı açıyorum... "
1 Haziran 2015 Pazartesi
Google Play ekitaplar, OKUMA ÜZERİNE, Haziran ayı sonuna kadar %50 indirimde.
Proust bu kısa metni, çevirisini yaptığı Ruskin’in Susam ve Zambaklar’ı
için önsöz olarak kaleme almıştı. Metin her ne kadar önsöz amacıyla yazılmış
olsa da tanıtımını yaptığı kitabın içinde ayrı bir kitap gibidir. Proust kendi
yorumunu uzun tutmakla kalmamış, Ruskin’e çok az yer verdiği gibi (metin yarı
olduğunda Ruskin’in bahsinin geçmesine ancak sıra gelir), onun fikirlerine
karşı çıkmaktan geri durmamıştır.
“Bu önsözde” diyor, “yapmaya çalıştığım tek
şey Ruskin’in Kralların Hazinelerinde söz ettiği ‘okumanın faydaları’ konusu
üzerine bir kez daha düşünmekti.”
Ve ‘okuma’ üzerine düşünmeye en uzak
zamanlardan, çocukluk okumalarından başlar.
Kayıp Zamanın İzinde’nin yazarından kısa fakat derin solukla
okunacak bir metin.
Google Play link |
"Konutlarını
hayran oldukları şaheserlerin
reprodüksüyonları ile süslemeyi ve
kıymetli bir resmi, yontulmuş tahta bir çerçeve içine emanet ederek onu
özenle muhafaza etme zahmetini akıldan silmeyi zevk sahibi insanlara bırakıyorum. Odalarına kendi zevklerinin görünümünü
vermeyi ve bu zevki doğrulayacak ne varsa odalarını bunlarla doldurmayı
yine zevk sahibi insanlara bırakıyorum. Bana gelirsek, ben ancak her şeyin,
benim hayatımdan tamamen farklı hayatların bir yaratısı ve ifadesi olduğu, her
şeyin benimkine zıt bir zevke ait olduğu, bilinçli düşünceme ait hiçbir şey ile karşılaşmadığım, hayalgücümün kendini ben-olmayan'ın sinesine bastırdığını
hissederek coşkuya kapıldığı bir odada yaşadığımı ve düşündüğümü hissederim; Gar Bulvarında, rıhtımda ya
da Kilise Meydanında – dışarının rüzgârının kaloriferin gayretleri ile kapışmakta başarılı olduğu,
duvarlardaki tek süsün hâlâ ilçenin
coğrafik haritası olduğu, her sesin sessizliğin yerini değiştirerek onu belli etmekten başka bir işe yaramadığı o uzun
soğuk koridorlu taşra otellerinden birine adım atmadığım sürece kendimi
mutlu hissetmem; bu otellerde odalar açık havanın temizlemeye geldiği ama tamamen silip de süpürmediği bir kapatılmışlık
kokusu muhafaza eder, burun delikleri onu hayalgücüne kazandırmak için bu kokuyu yüzlerce kez solur ve koku ile kendinden
geçen hayalgücü, düşünce ve hatıralardan içerdiği her şey ile birlikte
onu kendi içinde yeniden yaratmayı denemek için ona bir model gibi poz
verdirir; bu otellerde akşamları odanızın kapısını açtığınızda orada içeride
dağınık bir vaziyette kalmış tüm hayatı rahatsız ettiğiniz hissine kapılırsınız, kapı kapandığında ve daha
öne, masaya ya da pencereye kadar ilerlediğinizde ise çekinmeden onun elini
tuttuğunuzu, bir çeşit rahat bir sıkışıklık içinde onunla birlikte, ilçe
merkezindeki halıcının Paris zevki sanarak döşediği kanepeye oturduğunuzu hissedersiniz; samimi bir kendi kendinize heyecan,
şaşkınlık yaşatma niyetiyle, öteberiyi sağa sola koyarak, iliklerine kadar başkalarının ruhları ile dolmuş ve ocak
ızgaralarının şeklinden perdelerin desenlerine kadar bu ruhların
hayalinin izini korumuş bu odada efendilik taslayıp meçhul halınızın üzerinde
çıplak ayak yürüyerek, her yerde bu hayatın çıplaklığına dokunduğunuzu hissedersiniz; yani, hepten titreyerek, kapıyı
sürgülemeye gittiğinizde, bu gizemli hayatı da kendinizle birlikte içeri
hapsettiğiniz, onu önünüze katıp yatağa
doğru ittiğiniz, kilisenin çanları can çekişenlerin ve aşıkların
uykusuzluk saatlerini tüm şehre duyurduğu sırada, yüzünüzü bile aşan koca beyaz çarşaflar içinde onunla birlikte
yattığınız duygusuna kapılırsınız"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)