17 Haziran 2019 Pazartesi

David Goodis | Mavi Sevgili | [VII]

....
Colombo limanının karanlık, yağ tutmuş sularında belli belirsiz ışıklar yanıp sönüyordu. Rıhtımı aralıksız kucaklamaya gelen küçük dalgaları saymazsak kıyıya sessizlik hakimdi. Clayton iskelelere yaklaştı, kafası sanki prize takılmış gibi çalışıyordu, gözleri etrafında fır fır dönüyora benzeyen karanlığı taramaktaydı.
Parçalanmış bir iskele ve İngiliz pamuk deposunun kalın beton duvarları arasında dar bir geçide geldi. Geçitten çıkınca, onu Hagen’in özel ofisine götürmesi gereken bir dönüş  yaptı. Pencerede ışık  vardı, ve sanki ona bir çağrı işareti yapıyordu. Ardında sesler duyduğunda henüz birkaç adım atmıştı.
Kendi ekseninde döndü, gözlerini iyice açtı ve onları gördü. Doğrusu, onlardan ikisini. Hızla geliyorlardı, iyice yaklaştılar; yaşamlarını kasları ve kalın kafalarıyla kazanan rıhtım kabadayılarının pörsümüş burunlarını, kalın dudaklarını gördü. Birinde bıçak vardı diğerinde de güdük bir sopa. Clayton silahı cebinden çıkardı, emniyeti indirdi, nişan aldı, ama sonra kurşunsuz bir çözüm denemeye karar verdi. Kurşun, çok fazla gürültü patırtı anlamına geliyordu. Hagen ve adamlarının ofisten çıkmasına sebep olabilirdi, bu da her şeyi mahvederdi. Buraya kavga ya da cinayet için gelmediğini hatırladı, sadece bir şey öğrenmeye, kendine bir şeyi kanıtlamaya gelmişti.
Haydutlar hedeflerine öyle odaklanmışlardı ki silahı görmediler. Üzerine atıldıklarında, Clayton geri çekildi ve kabzayı yakınındakinin kafatasına indirdi. Adam heykel gibi devrildi. Diğeri küfretti ve Hagen’in öldürürken bıçak kullanmama emrini unutarak, parlak çeliği Clayton’un gırtlağına savurdu. Clayton geri çekilip, silahla bir hamle yaptı, öyle ki kabza doğrudan adamın bileğine çarptı. Paramparça olan kemiğin sesi duyuldu. Feryat etmek için ağzını açtı, Clayton da öne atılıp, silahı çekiç gibi çenesine indirdi. Hasmı artık diz çökmüştü, kan ve diş tükürüyordu, gelen kan çoğalıyor, boğulacak gibi oluyordu. Clayton şakağına hafifçe vurdu, bu da onun iki seksen devrilip, derin bir uykuya dalmasına yetti.
Işıklı pencerenin üzerinde Rudolph Hagen Co. Lmt. tabelası okunuyordu. Baskı kelimelerin altında  kavisli fil boynuzlarından bir çerçeve içinde kuyumcuların kullandığı tek-göz merceği sembolü resmedilmişti. Bu da Hagen’in mücevher, fildişi ve ele geçirebildiği her türde değerli şeyin ticaretini yaptığı anlamına geliyordu. Hagen’in gerçekten devasa elleri vardı ve Clayton şimdi onlara bakıyordu.
Duvarın kenarına sindi. Bakışları, pencereden içeri, Hagen’in tik ağacından masanın üzerindeki o koca ellerine sabitlenmişti. Kalın parmaklar gerilmişti, geniş bir kedi gözü ve bundan daha büyük opal birer yüzük hemen dikkat çekiyordu. Clayton elleri biraz daha inceledi, bakışları sonra usul usul yüze çevrildi.
Hagen’in kaba saba ama biçimli bir dış görünüşü vardı. Yüz hatları belirgin ve dengeliydi, gür, açık kumral saçları düzgünce taranmıştı. Kırkının başlarında güçlü kuvvetli, cüsseli bir adamdı, fazla içtiğini ele veren kızıla çalan ten rengi haricinde fiziksel bakımdan mükemmel durumdaydı. Şimdi de içiyordu. Uzunca kokteyl bardağından  yudumlar alıyor, Alma’ya gülümsüyordu. Alma tam karşısındaydı ancak gözleri ondan uzaklara bakıyor gibiydi. Önündeki içkiye henüz dokunulmamıştı.

….

9 Haziran 2019 Pazar

David Goodis | Mavi Sevgili | [VI]


....
Yıkanmış, tıraş olmuş, temiz çamaşır ve taze ütülenmiş bir takım elbise giymiş halde bara yaslandı, şişeyi yatıran Kroner’e baktı. Kroner bariz bir beceriksizlikle şişeyi b0şaltıyordu, yine de  cin bardağın ucuna kadar geldi ve orada kaldı. Clayton kadehi aldı, kaldırdı, kazara cinin birazını döktü ve kalanını gırtlağının derinliklerine yuvarladı. Boş kadehi uzatıp yarım ağızla: “Bir tane daha.”
“Fazla gelir.”
“Bir tane daha dedim.”
Kroner kadehi doldurdu. Sızıp boylu boyunca yere serilmiş, ölü bir çifti andıran iki yerli haricinde mekânda  başkası yoktu. Barın üstünde, kirli yüzlü bir saat, dördü yirmi geçeyi bildiriyordu. Arkadaki küçük pencere ise dışarısının hâlâ karanlık olduğunu göstermekteydi.
“Neredeyse sabah oldu,” diye laf açtı Kroner. Clayton’a baktı. “Yukarı çıkmana yardım edeyim ister misin?”
“Yukarıda işim yok.” Clayton kadehi yuvarladı. Hollandalıya baktı. “Ne kadar içtim?”
“Epey,” diye yanıtladı Kroner. “Bacaklarının seni hâlâ taşıyor olması mucize.”
“İzin ver de sana bir tane ısmarlayım.”
“Sevgili Clayton, içkiye dokunmam, bilirsin.”
“Demek ki içki sana dokunmuyor. Sana hiçbir şey dokunamaz.”
Kroner hafif alınmış gibiydi. “Dostluk bana dokunabilir. Benim için mücevherlerden daha değerli. Sadece senin iyiliğini istiyorum, umarım tavsiyemi dikkate alırsın. Odana çık ve orada kal. Yarına, eğer ayarlayabilirsem, gemide olacaksın.”
Clayton dinlemiyordu. Eli ceketinin geniş cebinde, revolverin hacmini hissetmekteydi. Parmakları kısa namluya, namludan mermi yatağına, mermi yatağından tetik köprüsüne, tetik köprüsünden kalın kabzaya geçti. Sonra silahı bıraktı. Elini cebinden çıkartıp, titriyor mu görebilmek için öne uzattı. Parmaklarının kıpırdamadığını tespit etti. “Gözler her zaman doğruyu söyler,” dedi, sakin, yumuşak bir sesle ekledi, “Biraz yürüyüşe çıkacağım. Görmem gereken bir şeyler var.”
Bardan uzaklaştı, caddeye açılan kapıya yöneldi. Kapıya vardığında Kroner önünü kesmek için çoktan orada yerini almıştı. Hollandalı sığır etinden koca bir duvar gibiydi, kolları iki yana açık, tombul yüzü terden parlıyordu.
“Dostum –” diye yalvardı Kroner.
Clayton bitkince gülümsedi. “Yolumu kapatıyorsun.”
“Sevgili dostum… Lütfen mantıklı olmaya çalış. Buradan çıkarsan, mutlaka Hagen’in eline düşersin. Adamları rıhtımın dört bir yanını tuttu, seni bekliyorlar –”
Clayton gülümsemeye devam etti, bakışları Hollandalı’yı aştı, kapının ardına odaklandı.
“Lütfen,” dedi Kroner, daha sert bir sesle. “Önemli olan hayatta kalmak.”
Sonra birbirlerine baktılar; Clayton: “Vasiyet yazacak vaktim yok. Ancak dönmezsem safir senindir. Yatağın başucunda, şiltenin içinde, karton bir kutuda.”
Kapıya doğru bir adım attı. Kroner kıpırdamadı. Kroner: “Çok üzgünüm, ancak gitmene izin veremem.”
Clayton omuz silkip derince iç çekti. Sonra sol koluyla biraz hafifçe Kroner’i göğsünden itti, bu sırada sağ yumruğu sert bir biçimde Hollandalı’nın çenesine iniyordu. Kroner sendeledi, yüzükoyun yere yığıldı ve öylece hareketsiz kaldı.
Clayton kapıyı açıp dışarı yürüdü. Hint Okyanusu’ndan gelen oldukça sıcak, mayıştırıcı bir hava dalgası ile karşılanmaktaydı.
….