....
“Bu kadar yeter,” dedi
Clayton. Bir kez daha İngiliz’le göz göze geldi. “Taş bana ait. Onu maden
bölgesinde bulmadım. Arazilerinden en az üç mil uzakta, tepelerden çıkardım.”
Dodsley omuz silkti. “Şahitler
varmış.”
“Şahit elbette olur. Aç
sırtlanlar gibi etrafta dolaştılar. Ancak silahı göstermemle kaybolmaları bir
oldu. Gösterişsiz küçük bir silah. Daima üstümde taşırım ve daima doludur.”
“Silahın önemi yok,” dedi
Dodsley. “Sonuçta kanuna aykırı değil. Ama madenlerin orada çalıştığını
söylediler.”
Clayton, sırıtmış hafifçe kafa
sallıyordu. “Madenleri taşı bulmadan iki hafta önce terk ettim. Bunu
kanıtlayabilecek giriş-çıkış belgelerim var.” Devam ettikçe yüzündeki sırıtma
azalıp kayboldu. “Müşterine sadece silahtan bahset. Onu kullanmak için her
zaman hazır olduğumu da ekle.”
İngiliz tavana bakıp iç
çekti. Sanki uğursuz bir kehaneti açığa
vuracak, acımasız bir beyanda bulunacaktı. Clayton kaskatı kesildi, aklı şimdi
Dodsley’nin müşterisindeydi.
Rudy Hagen adında biriydi
düşündüğü. Bir yıl kadar önce onu Colombo’dan kovan bu Hagen’di. Alma’yı
elinden alan da o idi. Bu hatıra adeta beynini dağladı.
Hatıra şimdi keskin bir bıçak
gibi yüreğine saplanmış, derine daha derine iniyordu. Bir kez daha Hagen’in
rıhtımdaki deposunda, onun özel ofisindeydi. Haşatı çıkmış, kanlar içinde
Hagen’in dizleri dibine yığılıp kalmıştı. Alma, Hagen’in kollarında, bakışları
yerde, ona balçık yığınıymış gibi bakıyordu. Sonra Clayton’u dışarı atmak için
kapıya kadar sürüklediler, o sırada kahkahayı duydu. Hagen’in eli ağır
adamlarının darbelerini artık hissetmiyordu. Sadece o kahkahayı duyduğu için
dayanılmaz bir acı hissettmişti. Asit gibiydi, etini kemiğini erittikçe daha da
içe işliyordu, döküldüğü kaynak ise Alma’nın dudaklarıydı.
Hâlâ beyninin içinde
yankılanan o ses... Clayton öfkeden titredi. Kendine söylediği tek şey vardı,
oturduğu yerden fırlamak, oradan çıktığı gibi rıhtıma, Hagen’in yerine koşmak.
Neler olacağı umrunda değildi. O sırada hafif bir fısıltı duydu.
Kafasını çevirdi ve ikaz
işaretini gördü. Kroner’in parmağıydı bu, bir sağa bir sola yattı. Kroner’in
gözleri ise açıkça şöyle diyordu: “Sakın yapma, aklını başına topla.”
Clayton derin bir nefes aldı.
Dodsley’e döndü. Sesi sakin, oturaklıydı: “Hagen’e beni rahat bırakmasını
söyle, bana bulaşmazsa ben de ona bulaşmam. Bana yaptıklarını unutmayı
umuyorum. Benden birkaç taş alabildi, bir de kadın. Benden aldığı her ne ise benden
çıkmış sayıyorum.”
Dodsley’e bir omuz indirdi,
İngiliz sendeleyip uzun sakallı bir Hindu’nun oturduğu masaya çarptı ve ondan
da bir omuz yedi. Bu karşılama, onu kapıya kadar yolcu eden bir omuzlar silsilesine
dönüştü. Kroner çoktan çıkışta yerini almıştı, ensesine bir şamar indirip hoş
bir uğurlama gerçekleştirmek istiyordu. Clayton kalan cini yuvarladı, odasına
çıktı.
….