13 Kasım 2015 Cuma

"Beni Bırakın" ilk sayfalar

7 Kasım 1930

“Bunda bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” Trenin ritmi cümleyi kendi ölçüsüne uydurarak  sürekli tekrar ediyordu. Üşümüştüm; bir köşeye kıvrılmış uyumaya çalışıyordum. Amma üşüdüm! Ne diye yola çıktı ki bu tren! Bir aptallık yaptığımızda duyduğumuza benzer bir endişe boğazımı düğümlüyordu. Kırılgan bir mutluluğu senatoryuma dönmek için ardımda bırakmıştım, ama ne aptallık. Bir kaç haftadır biraz olsun eğlenmiştim, elbette karşılığında büyük bir keder şimdi beni bekliyordu.
“Bunda bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” Önceki akşam bu cümleyi bana söyleyen sıkıntılı yüzü yeniden görüyordum. O aynı yüz, üst üste binen bir görüntü halinde, yapyakınımda, gözlerinde kocaman gözyaşlarıyla şunları söylüyordu: “Evlenin benimle, beni aldatacaksınız.” O başı kollarımın arasına alıp şunları söyleyebilmem için sahne yeniden başlasın isterdim: “Hayır, böyle bir şey yapmayacağımı biliyorsunuz.”Ama olup bitmiş şeyler silbaştan başlamıyor. Ayrıca şu cümle, onu söylemek zorunda değildim, zira ben ne gerektiğinde konuşmasını ne de o konuşmaya uygun tonlama yapmasını bilirim. Aşırı heyecanlıyımdır; kendimi heyecana kaptırmamak için kaskatı kesilirim. Bir heyecanın tam da meydana geldiği anda yarattığı sarsıntı nasıl hissettirilebilir? Bu ninni gibi tatlı cümlenin üzerinde uyuyalım biz de: “Bunda bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” Boşlukta bir öpücük yolluyorum sana. Beni seviyorsan, ben de iyileşirim.
İyileştiğimde her şey nasıl yoluna girecek göreceksin. Artık burada olmadığından sana “sen” demek hoşuma gidiyor. Âdetim değil böyle konuşmak, bana yasak bir şeymiş gibi geliyor, yine de olağanüstü. Sana bir gün “sen” diyebileceğime inanıyor musun? İyileştiğimde, artık geçimsiz olduğumu düşünmeyeceksin. Ben hastayım. Bana hastaların çevrelerindekilerle iyi geçinmeye çalıştığını söylemiştin; ve güzel bir sürü örnek sıralamıştın. Söylev çekmeye kalkıştığında sevmiyorum seni; esneyesim geliyor, bana sitem ediyorsan eminim beni daha az sevdiğindendir: beni başkalarıyla karşılaştırıyorsun. Evet hastalar uysaldır, ama ben bitiğim de: tüm gücüm devam etmek için ve anlamayanlara “sağolun” demek için tükeniyor. Peki ya sen, senin bir “sağol”a ihtiyacın var mıydı? Anlamadın çünkü bilmiyorsun. Sekiz gün uyumasan keyfin nasıl olur diye sormuştum sana. Başıma böyle bir şey gelmedi ama hoş bir şey olmasa gerek diye cevap verdin. Anlamadığın gün gibi ortada. Ayrıca şunu da biliyorum: kıra gittiğimizde, halinden hoşnut değildin, sevgilinin yaşadığı Paris’te olmayı istemiş olmalısın. Ayrıca geri dönmekte acele ediyor ve beni huysuz buluyordun. Görüyorsun ya, arzularımın aleyhine işleyen bir şey daha: gelmeni istediğimde seni sevindireceğimi sanmıştım. Paris’te çok daha naziksin... beni de çok daha nazik buluyorsun: ama o orada. Ayrıca sen hastaları sevmiyorsun. Öyle sanıyorum ki, kapatılsınlar, ne halleri varsa görsünler diye görüş bildirirdin. Senin de hasta olman gerek ki anlayasın.
“Bunda bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” İnanmak adına bu cümleden ne çıkartılabilir? Beni artık sevmediğini biliyorum. Kim bilir ne komik bir özenle bana: “Sizi seviyorum!” demekten kaçınıyorsun. Bana hiçbir şey vaat etmemiş olacaksın. Yine de güven içinde aşkına kapılmak, zaten yalnız olan ve uzaklara giden bana iyi gelecektir. Bu aşka ihtiyacım var: iyileştiğimde onu tekrar kazanmak istiyorum. Birinin sevdiğinden ve beklemeye devam ettiğinden emin olmak, başka her şeyi geçici, etkisiz birer uğraş olarak gören hasta için büyük bir mutluluktur: yokluğunda geride bıraktığı hayatın ayırt edildiği hissine kapılır, yeni bir gelecek hayal edemez, geçmişten kabaca kopmuş olmaktan  zayıf düşmüş, acı çeken biri olarak “ilerleyen zamanlardan” beklediği sadece, eskiden bu yana süregelenlerin daha iyiye gitmesidir.
Dün akşamın hatırasını içimde bir tılsım gibi korumayı ne kadar da isterdim. Hayal yeniden gelsin diye kapatalım gözlerimizi. Rüyadakiyle aynı: kıpırdamamak gerek.
Seviyorum seni.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder