7 Kasım 1930
“Bunda bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” Trenin
ritmi cümleyi kendi ölçüsüne
uydurarak sürekli tekrar ediyordu.
Üşümüştüm; bir köşeye kıvrılmış uyumaya çalışıyordum. Amma üşüdüm!
Ne diye yola çıktı ki bu tren! Bir aptallık yaptığımızda duyduğumuza benzer bir endişe boğazımı düğümlüyordu.
Kırılgan
bir mutluluğu senatoryuma dönmek için ardımda bırakmıştım, ama ne aptallık. Bir
kaç haftadır biraz olsun eğlenmiştim, elbette karşılığında büyük bir keder
şimdi beni bekliyordu.
“Bunda
bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” Önceki akşam bu cümleyi bana söyleyen sıkıntılı yüzü yeniden görüyordum. O
aynı yüz, üst üste binen bir görüntü
halinde, yapyakınımda, gözlerinde kocaman gözyaşlarıyla şunları söylüyordu: “Evlenin benimle, beni
aldatacaksınız.” O başı kollarımın arasına alıp şunları
söyleyebilmem için sahne yeniden başlasın isterdim: “Hayır, böyle bir şey
yapmayacağımı biliyorsunuz.”Ama olup bitmiş şeyler silbaştan başlamıyor. Ayrıca
şu cümle, onu söylemek zorunda değildim, zira ben ne gerektiğinde konuşmasını
ne de o konuşmaya uygun tonlama yapmasını bilirim. Aşırı heyecanlıyımdır; kendimi
heyecana kaptırmamak için kaskatı kesilirim. Bir heyecanın tam da meydana
geldiği anda yarattığı sarsıntı nasıl hissettirilebilir? Bu ninni gibi tatlı
cümlenin üzerinde uyuyalım biz de: “Bunda bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil
mi?” Boşlukta bir öpücük yolluyorum sana. Beni seviyorsan, ben de iyileşirim.
İyileştiğimde
her şey nasıl yoluna girecek göreceksin. Artık burada olmadığından sana “sen”
demek hoşuma gidiyor. Âdetim değil böyle konuşmak, bana yasak bir şeymiş gibi
geliyor, yine de olağanüstü. Sana bir gün “sen” diyebileceğime inanıyor musun? İyileştiğimde, artık geçimsiz
olduğumu düşünmeyeceksin. Ben hastayım. Bana hastaların
çevrelerindekilerle iyi geçinmeye çalıştığını söylemiştin; ve güzel bir sürü
örnek sıralamıştın. Söylev çekmeye kalkıştığında sevmiyorum seni; esneyesim
geliyor, bana sitem ediyorsan eminim beni daha az sevdiğindendir: beni
başkalarıyla karşılaştırıyorsun. Evet hastalar uysaldır, ama ben bitiğim de:
tüm gücüm devam etmek için ve anlamayanlara “sağolun” demek için tükeniyor.
Peki ya sen, senin bir “sağol”a ihtiyacın var mıydı? Anlamadın çünkü
bilmiyorsun. Sekiz gün uyumasan keyfin nasıl olur diye sormuştum sana. Başıma
böyle bir şey gelmedi ama hoş bir şey olmasa gerek diye cevap verdin.
Anlamadığın gün gibi ortada. Ayrıca şunu da biliyorum: kıra gittiğimizde,
halinden hoşnut değildin, sevgilinin yaşadığı Paris’te olmayı istemiş
olmalısın. Ayrıca geri dönmekte acele ediyor ve beni huysuz buluyordun.
Görüyorsun ya, arzularımın aleyhine işleyen bir şey daha: gelmeni istediğimde
seni sevindireceğimi sanmıştım. Paris’te çok daha naziksin... beni de çok daha
nazik buluyorsun: ama o orada. Ayrıca sen hastaları sevmiyorsun. Öyle sanıyorum
ki, kapatılsınlar, ne halleri varsa görsünler diye görüş bildirirdin. Senin de
hasta olman gerek ki anlayasın.
“Bunda
bir aşk kanıtı görüyorsun, öyle değil mi?” İnanmak adına bu cümleden ne
çıkartılabilir? Beni artık sevmediğini biliyorum. Kim bilir ne komik bir özenle bana: “Sizi seviyorum!”
demekten kaçınıyorsun. Bana hiçbir şey vaat etmemiş olacaksın. Yine
de güven içinde aşkına kapılmak, zaten yalnız olan ve uzaklara giden bana iyi
gelecektir. Bu aşka ihtiyacım var: iyileştiğimde onu tekrar kazanmak istiyorum.
Birinin sevdiğinden ve beklemeye devam ettiğinden emin olmak, başka her şeyi
geçici, etkisiz birer uğraş olarak gören hasta için büyük bir mutluluktur:
yokluğunda geride bıraktığı hayatın ayırt edildiği hissine kapılır, yeni bir
gelecek hayal edemez, geçmişten kabaca
kopmuş olmaktan zayıf düşmüş, acı çeken
biri olarak “ilerleyen zamanlardan” beklediği sadece, eskiden bu yana
süregelenlerin daha iyiye gitmesidir.
Dün
akşamın hatırasını içimde bir tılsım gibi korumayı ne kadar da isterdim. Hayal yeniden gelsin diye kapatalım
gözlerimizi. Rüyadakiyle aynı: kıpırdamamak gerek.
Seviyorum
seni.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder