"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
21 Mart 2020 Cumartesi
Denizin Dibinde Dönen Değirmen | Norveç Masalı | Derleyen (Mme) Louis Hourticq
(Mme) Louis
Hourticq
Les Plus Beaux
Contes De Tous Les Pays
Librairie Hachette
Et Co.
1911, Paris.
DENİZİN DİBİNDE DÖNEN DEĞİRMEN
− Norveç Masalı −
Bir
zamanlar iki erkek kardeş vardı. Bunlardan biri zengin diğeri fakirdi. Bir
Yeniyıl akşamı, fakir kardeş yiyecek bir parça ekmeği bile olmadığı için zengin
kardeşin kapısını çaldı. Allah rızası için yardım diledi. İlk kez böyle bir
ricada bulunmuyordu, bu nedenle kardeşi onu kapıda görmekten haz etmezdi.
Yoksul kardeşini yine karşısında görünce şöyle çıkıştı:
“Eğer söylediğimi
yapacak olursan, şöminede asılı duran jambonlardan en büyüğü senin olacak.”
“Kabul ediyorum,”
dedi fakir olan. Açlıktan kurtulmak için yılana bile sarılacak durumdaydı.
“Pekâlâ! İşte
jambon. Hadi şimdi cehennemin dibine git!”
“Söz verince
dönülmez… Bari cehennemin dibine gideyim,” dedi diğeri. Jambonu sarıp sarmaladı
ve yola çıktı. Gün boyu yürüdü, ve gece çökerken, ak sakallı bir dedeyle
karşılaştı.
“İyi akşamlar,”
dedi ona.
“İyi akşamlar,”
diye karşılık verdi ihtiyar, “nereye gidiyorsun?”
“Cehennemin dibine,
ancak doğru yolda mıyım bilemiyorum.”
“Evet, doğru
yoldasın, bak, cehennemin kapısı işte şurada. İçeri adım atar atmaz ne kadar
iblis varsa başına üşüşecek, koltukaltına sıkıştırdığın o jambonu senden satın
almak isteyecekler. Zira jambon - özellikle de cehennemde - az rastlanır bir
yiyecektir. Ama sen jambonunu sakın parayla satma. Onlardan kapının arkasındaki
değirmeni iste. O değirmene sahip olunca, geri gel ve beni bul, onunla ne
yapacağını sana öğreteceğim.”
Jambonlu adam, bu
değerli tavsiyesi için ihtiyara teşekkür etti ve cehennemin kapısını çaldı.
İçeri girdiğinde
her şey ona söylenen şekilde gelişti; iblisler, irili ufaklı, etrafını
çevirdiler, ondan jambonunu istediler.
“Benim niyetim onu
karımla birlikte yemek,” diye yanıt verdi fakir adam, “biliyorsunuz bugün Yeniyıl;
ama sizi eliboş bırakmaya da gönlüm el vermiyor; tek şartım var, kapının
ardındaki değirmeni bana verin, jambon da sizin olsun.”
İblisler değirmeni
vermeyi asla istemiyorlardı, kendi içlerinde tartışmaya, düşünüp taşınmaya en
sonunda da pazarlık etmeye koyuldular. Fakir adamsa, dediğim dedik, asla
esneklik göstermiyordu. Ne sundularsa geri çevirdi ve en sonunda değirmeni elde
etti. Böylece cehennemden çıktı, yaşlı adamı tekrar görmeye gitti. İhtiyar ona,
en iyi biçimde faydalanabilmesi için değirmeni nereye yerleştirmesi gerektiğini
söyledi.
Fakir adam ona
defalarca teşekkür etti. Ve evine dönmek için yola koyuldu. Ne kadar acele etse
de boşunaydı, eve vardığında saat geceyarısını çoktan geçmişti.
“Nerede kaldın?!”
diye çıkıştı ona karısı. “Yemeği yedim, saate bakıp bakıp seni bekledim… Yeniyıl
pastası bekleme; çünkü evde un bile yok…”
“İstesem de erken
gelemezdim, yapılacak bir işim vardı, bu yüzden uzunca bir yol yürümem gerekti.
Sana ne getirdiğimi görünce çok şaşıracaksın!”
Değirmeni masanın üzerine
koydu ve döndürmeye koyuldu; aynı anda masa güzel bir örtüyle kaplandı, şamdanlarla,
yiyecek içecekle doldu; büyük bir şölene yaraşacak her şeyi görebiliyordunuz.
Ne isterlerse, değirmen anında veriyordu. Evin hanımı yerinden asla
kıpırdamıyor, durup dinlenmeden tanrıya şükrediyordu. Nihayet sözü, kocasının
bu değirmeni nereden bulduğuna getirdi. Ancak adam yanıtlamayı reddetti.
“Nereden geldiyse
geldi, fazla merak etme. İyi mi-iyi. Bu kadarını bil yeter.”
Yiyip içmeye koyuldular.
Yeniyıldan sonraki üçüncü gün, tüm dostlarını evlerine davet edip büyük bir
ziyafet verdiler. Misafirler arasında zengin kardeş de vardı, manzara karşısında
alnı boncuk boncuk terlemişti, sürekli kardeşinin ağzından laf almaya çalışıyordu:
“Yeniyıl akşamından önce bir lokma ekmeğe muhtaçtın… Ama şimdi kral yahut dük
olmuş kadar varlıklı, eli açıksın; bu işin içinde bir bit yeniği var… Senden
bir açıklama bekliyorum. Söyle, hangi cehennemden buldun tüm bunları?”
“Bir kapının
arkasından,” diye yanıtladı kardeşi, ağzından laf kaçmış kaçmamış dert
etmiyordu.
Aynı akşam,
dayanamadı ve değirmenin hikâyesini kardeşine anlattı.
O andan sonra da
büyük kardeş değirmeni satın almak için bastırdı durdu. Değirmeni bu kadar
önemsediğini gören kardeşi, hasat zamanına kadar kendinde kalması şartıyla üç
yüz talere[1] onu
sattı.
“O zamana kadar yıllarca
yetecek kadar erzak depolarım,” diyordu kendi kendine.
Tüm o süre boyunca
değirmeninin pas tutmadığını anlamışsınızdır. Sonra hasat gelince, onu
kardeşine teslim etti. Ancak değirmenden faydalanmak için onu nasıl yerleştirmesi
gerektiğini üzerine basa basa söyledi.
Zengin kardeş
değirmeni evine götürdüğünde saat çoktan geceyarısını bulmuştu. Ertesi gün,
karısına hasatçılarla birlikte tarlaya gitmesini söyledi. Ve şöyle ekledi:
“Bugün öğlen yemeğini ben hazırlayacağım.” Yemek vakti, değirmeni aldı, masanın
üzerine koydu ve buyurdu: “Ringa balığı ve kremalı çorba getir!”
Böylece değirmen
tüm tabakları, tüm tencereleri, bütün mutfağı ringa balığı ve çorbayla
doldurdu. Adam bir o yana bir bu yana dönüyordu. Nereye adım atsa yemekler
çorbalar. Sonra yönünü tayin edemeyecek kadar kafası karıştı. Kremalı çorba
seviyesi iyice yükseldi: boğuldu boğulacak. Odanın kapısını açtı, ama burası da
yiyeceklerle dolu. Dış kapının koluna zar zor yetişti, açmayı başardı, ve
kremalı çorba dalgası dışarı, avluya, sonra da bahçeye akın etti.
Bu sırada, tarlada
çalışan karısı, kocası yemeğe çağırmadığı için meraklanmaya başlamıştı. “Hadi
eve dönelim, eminim yemeği yapmayı becerememiştir, bari gideyim de yardım
edeyim…”
Hasadı bırakıp yola
koyuldular, ancak onlar eve yaklaşırken, bir kremalı çorba ve ringa balığı seli
üzerlerine gelmekteydi. Zengin kardeşin bu akıntının sonlarında bir yükseldiği
bir alçaldığı görülüyordu.
“Tanrı hepinize yüz
karın versin!” diye bağırdı. “Dikkat edin de böyle bir yemekte boğulmayın!”
Şeytan bir kere yakasına yapışmıştı, ondan kurtulmak ümidiyle doğrudan kardeşine
koştu ve ondan değirmenini geri almasını istedi. “Eğer bir saat daha çalışacak
olursa tüm köy çorba ve ringa balığı altında yok olup gidecek.” Fakir kardeş üç
yüz taler karşılığında değirmeni geri almaya razı oldu. Zengin kardeş sıcağı
sıcağına bu parayı ödemeyi reddetse de çaresizdi.
Bu parayla ve
değirmenin ona getirdikleriyle fakir kardeş (o kadar fakirdi ki adından başka
bir şeyi yoktu) koca bir ev yapmakla yetindi. Bu evin duvarları altınla
kaplanmıştı, ve heybetli ev deniz kıyısında yükseldiği için, ışıl ışıl parlayan
cephesi deniz sularına yansıyordu. Çok uzaklardan onu görmeye geliyorlardı,
zengin mi zengin, küpü dolu birine ait olduğu herkesin dilindeydi. Ve bu harika
evin şöhreti en uzak ülkelere kadar yayıldı.
Bir gün, bir
armatör evin önünden geçiyordu, değirmeni görmeyi arzu etti. Tuz üretip
üretemeyeceğini sordu. Olumlu cevap alınca onu satın almak istedi, ne kadar
olursa olsun yeter ki benim olsun diyordu. “Böylece, tuz yüklemek için engin
denizleri aşmama gerek kalmaz. Elim bir şeye değmeden zengin olurum, sadece tuz
satarım.”
Değirmenin sahibi
ona epey dil döktürdü. En sonunda binlerce frank karşılığında değirmeni satmaya
razı oldu. Armatör, değirmeni elde eder etmez ülkeden ayrıldı, zira eski
sahibin kararından caymasından korkuyordu. Nasıl kullanılacağını sormak bile
aklına gelmedi. Gemisine bindi, engin denizde iyice açılınca, değirmeni eline
aldı. “Bana tuz getir!” dedi hiddetle.
Değirmen çalışmaya
başladı; gemi tuzla doldu. Armatör onu durdurmaya çalıştı. Altına üstüne boşuna
baktı, boşuna yerini değiştirip durdu. Tuz yığını anbean yükseliyordu. Gemi çöktükçe
çöküyordu; sonra birden batıverdi. Değirmen okyanusun dibine düştü, durmadan
çalıştı, çalıştı. Hatta şu an hâlâ çalışmakta, denizin suyu tuzluysa işte budur
nedeni.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)