6 Eylül 2019 Cuma

David Goodis | Mavi Sevgili | [XI[

....


Artık elinde hiçbir şey kalmamıştı, safirin düşüncesi zayıf ama tek tesellisiydi: Hagen’in taşı asla ele geçiremeyeceğini bilmek biraz olsun gücünü toparlamasına yetiyordu.
Bir kapının açıldığını, sonra da bir sesin geldiğini duydu. Bu Kroner’in sesiydi. Clayton birkaç kez gözlerini kırpıştırdı, gaipten sesler duyduğunu düşündü, galiba çıldırıyordu. Kafasını kaldırdı, kocaman açılmış gözleri Hollandalı’yı gördü.
Kroner’in tombul ellerindeki karton kutuyu süzdü. Kroner’in masaya yaklaştığını, Hagen’e gülümseyerek kutuyu masaya bıraktığını gördü:
“Açın da bakın. Daha önce hiç bu kadar büyüğünü görmemişsinizdir.”
Hagen kapağı kaldırdığında, yüzü heyecandan boncuk boncuk terledi. Parmakları yırtıcı, aç bir hayvanın sivri dişleri gibi kutudan içeri daldı ve donuk mavi koca bir külçe taşla geri çıktılar. Hagen elinde olmadan bir hayret çığlığı kopardı, bir müddet taşa bakakaldı, yüzünde onu sanki ağzına çaktırmak, kendinden bir parça olmasını sağlamak istiyormuş gibi bir hal vardı.
“Şuna bakın,” diye bir çığlık attı Hagen. “Sadece bakın.” Taşı kaldırıp ışığa tuttu. Onunla konuştu, “Seni tatlı şey… Seni koca, mavi sevgili.”
“Hoşuna gitti mi?” diye mırıldandı Kroner.
“Harika. Tam bir bebek,” diye yanıtladı Hagen, sevinçten etekleri zil çalarak.
“Güzel,” dedi Kroner. “O halde artık iş konuşabiliriz.”
Clayton, Hollandalı’ya kötü bir bakış attı. “Sanki taş seninmiş gibi konuşuyorsun.”
“Benim elbette.” Kroner pis pis sırıtıyordu. “Vasiyetinde bana bırakmadın mı? Buradan canlı çıkamayacağını biliyordum.”
Clayton’un gözleri öfkeden çakmak çakmak parladı: “Satıcı alçak!”
“Ama lütfen,” dedi Kroner yumuşak bir sesle, “yalvarırım, beni yanlış anlıyorsun…”
Clayton, onun yüzünü inceledi. Ve aniden ne kadar doğru bir ifade takındığını anladı, şüphe götürmez bir gerçek vardı, Hollandalı safî dürüst, onurlu bir amaç için hareket ediyordu. Başarı ihtimali zayıf bir manevrayla Clayton’u kurtarmak için oraya gelmişti. Kroner, Hagen’in büyük taşa beslediği delicesine arzunun üzerine oynamıştı, bir alışveriş söz konusu olursa işlerin yoluna gireceğini, cinayeti önleyebileceğini ummuştu.
Hagen’i süzdü, “Yap teklifini,” dedi.
Hagen duymamış gibi görünüyordu. Tamamen taşla meşguldü, bakışları doyasıya onu izliyordu. Diğer elindeki silahı unutmuş gibiydi. Ayrıca, hâlâ dizinde oturan, kolunu omzuna atmış, parmaklarıyla yanağını okşayan Alma’ya  hiç dikkat etmiyordu. Avcunun içinde parıldayan büyük mavi taştan başka hiçbir şey bilmiyor, hissetmiyor, görmüyor gibiydi.
“Kusursuz,” dedi Hagen huşu içinde. “Doğrulamak için göz merceğine ihtiyacım yok. Kusursuz ve de kesinlikle paha biçilmez. Dünyada eşi yok.” Gözlerinde ateş, sesinde cinnetle şöyle bağırdı: “En iyisi ve en büyüğü artık bende!”
“Henüz sana ait değil,” dedi Kroner, kısık bir sesle. “Hâlâ teklifini bekliyorum.”
“Teklif mi?” Hagen birkaç kez göz kırpıştırdı. Mavi bir sisin içinden, safirden süzülen bir buhardan gerçek dünyaya dönüyor gibiydi. Gözleri kısıldı, dudakları koca bir gülümsemeyle büzüldü: “Sen delirmişsin Kroner. Taşı elimde görmüyor musun? Malı teslim ettin, artık benimdir.”
Kroner’in yüzü sert bir ifade aldı. “Ücretimi ödemeyeceğini mi ima ediyorsun?”
Hagen kısa bir kahkaha attı. “Paran ödenecek,” dedi. “Hatta sana bir alındı makbuzu imzalaman için kalem de vereceğim. Özel bir kalem. Suyun altında yazıyor.”


...