"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
11 Kasım 2017 Cumartesi
Sandıktan çıkanlar; Comtesse de Ségur | Blondin | I. ve II. bölümler
Comtesse de Ségur
Nouveaux
Contes Des Fées Pour Les Petits Enfants
(Librairie Hachette, 1896,Paris.)
Resimleyen: Virginia Frances Sterret
(Librairie Hachette, 1896,Paris.)
Resimleyen: Virginia Frances Sterret
I
BLONDİN
Bir
zamanlar Benin adında bir kral vardı; halkı onu çok severdi çünkü Benin çok
iyi kalpliydi; kötüler ondan korkardı, zira Benin’in adaletinden kimse
kaçamazdı. Benin’in karısı kraliçe Duset de onun kadar iyi kalpliydi.
Kral
ve kraliçenin Blondin adında bir kızları vardı. Gözalıcı, saman sarısı saçları
nedeniyle ona bu ismi vermişlerdi. Blondin de babası ve annesi kadar iyi kalpliydi.
Ne
yazık ki bir gün, kraliçe hayatını kaybetti. Kral, karısının ölümüne günlerce
ağladı. Blondin, annesinin artık hayatta olmadığını anlayamayacak kadar küçüktü:
gülmeye, oyun oynamaya, huzur içinde uyumaya
devam etti. Kral, Blondin’e büyük bir sevgi
besliyordu, Blondin ise babasını dünyada herkesten çok seviyordu. Babası ona en
güzel oyuncakları alıyor, en güzel şekerlemelerden, en tatlı meyvelerden getiriyordu.
Blondin çok mutluydu.
Bir
gün Kral’ın kulağına bir haber geldi; tüm halkı onun yeniden evlenmesini
istiyordu; çünkü onlara göre kralın kendisinden sonra ülkeyi yönetecek bir
erkek çocuğu olmalıydı. Kral ilk başta karşı koydu, ama sonra halkının
ısrarlarına dayanamadı; veziri ve arkadaşı Lejer’e şöyle dedi:
“Sevgili
dostum, halkım evlenmemi isti-yor; zavallı karım Duset’in ölümü nedeniyle hâlâ
kederliyim. Başka bir eş bulacak gücü
kendimde bulamıyorum. Lütfen bana eş bulma görevini siz üstlenin. Blondin’i mutlu
edecek bir prenses bulmanız yeter. Tek isteğim bu. Gidin sevgili Lejer,
kusursuz bir hanım bulduğunuzda, ondan benimle ev-lenmesini isteyin ve onu
sarayıma getirin.”
Lejer
hızla yola çıktı. Ne kadar kral varsa hepsini ziyaret etti. Güzellikten
nasibini almamış, huysuz mu huysuz bir sürü prenses gördü. En sonunda Turbulent
kralının sara-yına vardı. Kralın oldukça sevimli, canayakın bir kızı vardı, iyi
kalpli birine benziyordu. Lejer onu çok güzel buldu ve kral Benin’le
evlenmesini istedi. Gelin görün ki onun gerçekten iyi kalpli olup olmadığını
sorup soruşturmaya gerek duymadı. Oysa bu prenses kötü, kıskanç ve kendini
beğenmiş biriydi. Turbulent kralı kızının uzun tatillerinden, av partilerinden,
bitmek bilmeyen eğlencelerinden bıkmıştı. Ondan kurtulacağına sevindi ve hiç düşünmeden
bu evliliğe razı oldu. Böylece Lejer’in, prensesi Benin krallığına götürmesine
izin verdi.
Lejer,
prenses Fırçasaç’ı yanına aldı ve yola çıktı. Yolculuklarında bin katır, prensesin
özel eşyalarını, mücevherlerini taşıyordu.
Bir
ulak[1] Benin kralına
kafilenin gelmekte olduğunu bildirdi. Kafile saraya vardığında karşılama için
gerekli hazırlıklar çoktan tamamlanmıştı. Kral, prenses Fırçasaç’a “Hoş geldiniz,”
dedi. Onu çok güzel buldu. Halbuki prenses Fırçasaç temiz kalplilik ve iyilik
bakımından eski karısı Duset’e hiç de benzemiyordu! Yeni kraliçe, Blondin’i
görünce ona kötü kötü baktı. O zamanlar henüz üç yaşında olan Blondin hemen
ağlamaya başladı.
“Bu
çocuğa ne oldu böyle?” diye sordu kral. “Benim tatlı, uslu Blondin’im acaba
neden böyle yaramaz bir çocuk gibi ağlıyor?”
“Baba, babacığım...” diye bağırdı Blondin, kralın kollarına sığınarak. “Beni bu
prensesten uzak tutun. Korkuyorum; o kötü birine benziyor!”
Buna
şaşıran kral, prenses Fırçasaç’a baktı; Genç kadın, yüzündeki o korkunç ifadeyi gizlemeyi başaramamıştı. Kral onun bakışlarındaki
kötülüğü fark etti. Ani bir kararla şöyle bir çözüm buldu: Blondin yeni kraliçeden ayrı büyütülecek, ona büyük bir sevgi besleyen dadısının ve
hizmetçinin koruması altında olacaktı.
Böylece
kraliçe, Blondin’i çok az gördü. Fakat tesadüfen karşılaştıklarında, küçük çocuğa
duyduğu nefreti gizleyemiyordu.
Bir
yılın sonunda kral Benin ve Fırçasaç’ın, Esmeray adında bir kızları oldu;
kömür gibi kara saçları nedeniyle ona bu ismi vermişlerdi. Esmeray sevimliydi,
ama bazen Blondin’e kötü davranıyordu. Onu ısırıyor, çimdikliyor, saçlarını
çekiyordu. Oyuncaklarını kırıyor, en güzel elbiselerini kirletiyordu. İyi yürekli
küçük Blondin ise ona hiç kızmıyordu. Her zaman Esmeray’ı affetmenin bir
yolunu buluyordu.
“Yapma
baba...” diyordu krala. “Onu azarlama; o daha çok küçük, oyuncaklarımı
kırdığında beni üzdüğünü bilmiyor... Benimle oynamak istediği için beni
ısırıyor... Saçlarımı da oyun yapmak için çekiyor, ” v.s.
Benin
kralı kızına sarılıyor, hiçbir şey demiyordu ama Esmeray’ın tüm bunları yaramazlıktan
yaptığını, Blondin’in de onu iyi yüreklilikten affettiğini iyi biliyordu. Öyle
ki Blondin’e olan sevgisi nasıl artıyorsa, Esmeray’a olan sevgisi de azalıyordu.
Zeki
bir kadın olan kraliçe Fırçasaç bu olanları fark etmekte gecikmedi. Küçük ve
masum Blondin’den git gide daha çok nefret etti, kral Benin ile arasının bozulacağından
korkmasa mutlaka Blondin’i mutsuz etmenin bir yolunu bulurdu.
Kral,
Blondin’in kraliçeyle yalnız kalmasını kesinlikle yasaklamıştı. Kral Benin iyiliği
kadar, kararlarının kesinliği ile de tanınıyordu. İtaatsizliği katı bir biçimde
cezalandırırdı. Bu nedenle kraliçenin kendisi bile bu emri çiğnemeye cesaret
edemedi.
II.
BLONDİN
KAYBOLUYOR
Blondin
yedi, Esmeray üç yaşına geldi. Kral, Blondin’e iki devekuşunun koşulduğu çok
şirin bir araba hediye etti. Arabayı on yaşında küçük bir paj[1] sürüyordu. Adı
Oburo’ydu. Oburo, Blondin’e büyük bir sevgi besliyordu, doğumundan beri onunla
oyun oynamıştı. Blondin de bu iyi yürekli oyun arkadaşını çok seviyordu. Fakat
Oburo’nun kötü bir alışkanlığı vardı: o çok oburdu, şekerlemeleri çok
seviyordu. Bir kese şekerlemeye sahip olmak için kötü bir şey yaparsa
şaşırmazdınız. Blondin ona sık sık şöyle diyordu:
“Oburo,
seni çok seviyorum, ama seni sürekli abur cubur yerken görmek hoşuma gitmiyor.
Yalvarırım bu kötü alışkanlığından vazgeç, öyle obursun ki insanların gözünü
korkutuyorsun.”
Oburo,
Blondin’in elini öpüyor, ona düzeleceğine söz veriyordu. Ancak mutfaktan
pasta, misafir salonundan şekerleme çalmaktan geri kalmıyordu. Arada sırada
söz dinlemediği ve oburluğa devam ettiği için cezalandırıldığı da oluyordu.
Kraliçe
Fırçasaç, Oburo ile ilgili şikayetleri çabuk öğrendi, onun bu çirkin alışkanlığından
yararlanabileceğini düşündü. Belki Blondin’in kaybolması için ondan faydalanabilirdi...
Şöyle bir plan hazırladı:
Blondin,
Oburo’nun sürdüğü devekuşu arabasıyla gezmeyi çok seviyordu. Arabayla en çok
bahçede gezerlerdi. Bu bahçe çitlerle çevrilmişti. Tam sınırda muhteşem, oldukça
büyük bir orman başlıyordu. Buraya Leylak Ormanı deniyordu, bütün bir yıl
boyunca burada çiçek açmış leylaklar olurdu.
Bu
ormana girmeye kimse cesaret edemiyordu; çünkü büyülü olduğu herkes
tarafından biliniyordu. Birisi ormana gitti mi oradan asla çıkamazdı. Oburo, ormanın
bu korkunç özelliğinin farkındaydı. Arabayı o tarafa sürmesi kesinlikle
yasaklanmıştı. Çünkü Blondin dalgınlıkla çitleri aşıp Leylak Ormanı’na
girebilirdi.
Kral
kim bilir kaç kez bu çitler boyunca yüksek bir duvar ördürmek istedi. En azından
geçilmesini engellemek için bunları sıklaştırmaya çalıştı. Fakat işçiler
taşları ya da tahtaları yerlerine koyar koymaz, bilinmeyen bir güç onları
yerlerinden alıyordu. Tüm malzeme bir anda ortadan kayboluyordu.
Kraliçe
Fırçasaç, işe Oburo’nun dost-luğunu kazanmakla başladı. Her gün ona başka başka
şekerlemeler verdi. Onu öyle oburlaştırdı ki küçük paj, şekerlemelerden, dondurmalardan, pastalardan asla vazgeçemeyecek
hale geldi. Çünkü bunlar hiç bitmiyor, kraliçe sayesinde hep yenileri geliyordu.
Kraliçe bir gün onu huzuruna çağırttı ve şöyle dedi:
“Oburo, bonbon ve şekerlemelerle dolu bir sandığa
sahip olmak senin elinde. Bana karşı gelirsen bir daha asla şekerleme göremezsin.”
“Bir
daha asla şekerleme görememek mi!!! Yoo... Lütfen kraliçem... Şekerleme yemezsem
üzüntüden ölürüm... Söyleyin kraliçem, ne emrederseniz yaparım...”
“Ne
mi gerekiyor?” dedi kraliçe bakışlarını pajın üzerinden ayırmadan. “Prenses
Blondin’i Leylak Ormanı’nın yakınlarına götürmelisin...”
“Ama
kraliçem bunu yapamam, kral Benin bunu yasakladı.”
“Yaa!..
Yapamaz mısın?.. Madem öyle güle güle. Sana artık şekerleme veremeyeceğim,
hatta tüm sarayda sana şeker verilmesini yasaklıyorum...”
“Durun!..
Lütfen kraliçem, acıyın bana...” dedi Oburo ağlayarak. “Bu kadar merhametsiz
olmayın! Bana başka bir emir verin, hemen yerine getireyim.”
“Tekrar
ediyorum, Blondin’i Leylak Ormanı’nın yakınlarına götüreceksin. Ara-badan inmesi,
çitleri aşması, ormana gitmesi için onu cesaretlendireceksin.”
“Fakat
kraliçem...” dedi Oburo, üzüntüden rengi solmuştu. “Prenses ormandan içeri
girerse, oradan asla çıkamaz. Bu ormanın büyülü olduğunu biliyorsunuz.
Prensesi oraya göndermek onu ölüme göndermek demek.”
“Üçüncü ve son kez soruyorum... Blondin’i oraya götürecek misin? Seçimini yap:
ya her ay ağzına kadar şekerlemelerle dolu bir sandık alırsın ya da
şekerlemelere, hamur işlerine sonsuza dek veda edersin.”
“Fakat
kraliçem... Eninde sonunda Kral beni cezalandıracaktır. Bundan nasıl kurtulabilirim?”
“Seni
koruyacağım. Söz veriyorum, ceza almayacaksın. Blondin’i Leylak Omanı’na
gönderir göndermez yanıma gel. Şekerlerle birlikte buradan ayrılmanı
sağlayacağım, ayrıca geleceğin de güvence altında olacak.”
“Kraliçem,
lütfen bana acıyın! Ben ona kötülük yapamam. Çünkü o bana hep iyi davrandı!”
“Seni
küçük sefil, yoksa karar veremiyor musun?! Blondin’e ne olduğunun senin için ne
önemi var! Ayrıca şunu da bil, Blondin kaybolduktan sonra seni Esmeray’ın hizmetine
alacağım... Ömrün boyunca şekerlemesiz kalmayacağını garanti ediyorum.”
Oburo
ne yapacağını bilemiyordu. Ne yazık ki sonunda bir karara vardı: Bir kaç kutu şekerleme
için iyi kalpli prensesi büyülü ormana götürecekti. Günün geri kalanında ve de tüm
gece boyunca bu suçu işleyip işlememeyi düşündü. Kraliçenin emrine uymazsa en
sevdiği yiyeceklere bir daha asla kavuşamayacaktı... Sonra aniden aklına şu
geldi: Prenses kaybolduktan sonra onu bulmak için güçlü bir periden yardım isteyebilirdi.
“Periler hep iyilik yapar. Yardım istediğimde beni geri çevirmeyeceklerdir,”
diye düşündü. Evet prenses belki kaybolacaktı ama bu uzun sürmeyecekti. Oburo,
çözüm bulduğuna inanarak umutlandı, umut belirince de kararsızlığı son buldu. Kraliçenin
emrini yerine getirmek üzere uykuya daldı.
Ertesi
gün öğleden sonra, Blondin, arabasını çağırttı. Binmeden önce babasına sarıldı
ve iki saat içinde döneceğine söz verdi. Bahçe çok büyüktü. Oburo devekuşlarını ilkin Leylak Ormanı’nın zıttı
yöne sürdü.
Ama saraydan görülemeyecek kadar uzaklaştıklarında yön değiştirdi. Leylak
Ormanı kapısına doğru ilerledi. Çok üzgündü, hiç konuşmuyordu. İşlediği suç
kalbine ağır geliyor, düşünmesini engelliyordu.
“Neyin
var, Oburo?” diye sordu Blondin. “Bugün hiç konuşmuyorsun. Yoksa, hasta mısın?”
“Hayır,
hasta değilim prenses, bugün gayet iyiyim.”
“Ama
rengin ne kadar solgun! Neyin var, söyle bana. Seni üzgün görünce ben de üzülüyorum.
Seni neşelendirmek için her şeyi yaparım.”
Blondin
ona iyi davrandığı için Oburo’nun kalbindeki ağırlık biraz geçmişti. Fakat
kraliçe Fırçasaç’ın vaat ettiği şekerlemeler doğru olanı yapmasını engelledi.
Blondin’e
cevap vermeye fırsat bulamadı. Devekuşları çoktan Leylak Ormanı’nın çitlerine
varmıştı.
“Ne
güzel bir koku! Ne güzel çiçekler!” diye bağırdı Blondin! Bu çiçeklerden koca
bir demet yapıp babama götürsem ne güzel olur! Atla, Oburo, hadi bana bir kaç
leylak getir.”
“Arabadan
inemem, prenses; ben yokken devekuşları kaçabilir.”
“Ama
ne olacak, onları tek başıma saraya götürebilirim.”
“Ama
kral sizi yalnız bıraktığımı görürse çok kızar. Çiçekleri siz kendiniz toplasanız
daha iyi olur, ayrıca en hoşunuza gidenleri seçersiniz.”
“Haklısın,” dedi Blondin. “Babamdan azar işitirsen çok üzülürüm, sen benim
dostumsun.”
Sonra
yavaşça arabadan indi, çitlerin arasından geçti ve leylak toplamaya başladı.
Oburo
o an ürperdi, kafası karışmıştı: içini büyük bir pişmanlık kapladı. Blondin’e
seslenirse kötü bir şey olmasına engel olabilirdi. Fakat Blondin ondan on
adım uzakta olmasına rağmen, Oburo’yu duymuyordu. Yavaş yavaş büyülü ormanın
içine içine gidiyordu.
Oburo
uzun bir süre Blondin’i leylak top-larken gördü. Küçük kız en sonunda gözden
kayboldu.
Oburo
ne yapacağını bilemeden olduğu yerde kaldı. Ağladı da ağladı, oburluğuna lanet
okudu, kraliçe Fırçasaç’tan nefret etti. Fakat sonunda saraya dönüş vaktinin geldiğini
hatırladı ve yola çıktı.
Ahıra
gizlice girdi. Sonra hemen kraliçenin yanına koştu. Kraliçe onu rengi solmuş, gözleri
ağlamaktan kızarmış halde görünce Blondin’in kaybolduğunu anladı.
“Tamam
mı?” diye sordu.
Oburo
evet der gibi başını salladı, konuşacak gücü yoktu.
“Buraya
gel,” dedi kraliçe. “İşte ödülün.”
Ve
ona içi çeşit çeşit şekerlemeyle dolu küçük bir sandık gösterdi. Uşaklardan
biri bu sandığı kaldırdı ve bir katıra yükledi.
“Bu
sandığı Oburo’ya teslim ediyorum, onu babama götürecek. Oburo, hemen yola çık.
Yeni bir sandık almak için bir ay sonra yine buraya gel.”
Bunları
söylerken çocuğun eline bir kese de altın tutuşturdu. Oburo hiçbir şey söylemeden
katıra bindi. Dörtnala yola çıktı. Ama katır oldukça huysuz ve inatçıydı, sırtındaki
yükten çabuk bıktı. Oburo’yu da sandığı da üstünden atmak için çifte atmaya, şaha kalkmaya başladı. Ne ata
ne de katıra binmeyi bilmeyen Oburo dengesini kaybetti. Yere düştü ve başını
bir taşa çarptı, aynı anda can verdi. Ömrü kraliçenin verdiği şekerlemelerden
bir tane bile tatmaya yetmemişti.
Ona
ne olduğunu kimse merak etmedi, çünkü onu
kimse sevmiyordu. Leylak Ormanı’ nda
kaybolan Blondin’den başka...
[2]
Paj: Eskiden yetiştirilmek üzere kral ya da yüksek dereceli soyluların yanına
verilen çocuk veya delikanlı. ç.n.
[1]
Eski zamanlarda haber getirmekle görevli kimse. Atlı ulaklar olduğu gibi koşucu
ulaklar da vardı. ç.n.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)