"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
20 Ağustos 2017 Pazar
12 Ağustos 2017 Cumartesi
NOROUÂS, denizci masalı
Paul Sébillot
"Norouâs"
conte de marin
La Revue Litteraire et Artistique
6. sayı, 11 Şubat 1882.
Bu yazının pdf versiyonunu Archive.org'tan indirebilirsiniz.
NOROUAS[1]
denizci
masalı
Bir zamanlar keten ektikleri küçük bir tarladan başka bir şeyleri
olmayan yaşlı bir adam ve kadın vardı. Keten bir zaman öyle boy attı öyle güzel
bir hal aldı ki böylesi daha önce hiç görülmemişti. İyice olgunlaştığında, yaşlı
çift onu söktü, suya yatırdı, sonra da kurutmak için çayırlığa serdi.
Güzel
mahsül adam ve kadının neşesini yerine
getirmişti, onu sattıklarında parayla ilgili dertleri tasaları kalmayacaktı;
ancak Norouâs’tan şiddetli bir rüzgâr geldi, keteni yerden kaldırdı, onu ağaçların
tepelerine fırlattı, denize savurdu.
Yaşlı adam
mahsülünün yok olduğunu görünce başladı Norouâs’a sövmeye, marota[2] sopasını kaptığı
gibi ketenini mahveden o lanet olası Norouâs’ı öldürmek için yola koyuldu. Yanına
iki üç günlük erzak aldı, ancak yolculuğu düşündüğünden çok daha uzun sürdü; yollarda
açlıktan ölecek hale geldi. Bir akşam bir hana vardı ve hancı kadına şöyle
dedi:
– Kuruşsuzum;
hayrınıza, bana bir parça ekmek verin, bırakın ahırda bir köşede uyuyum.
Böylece yaşlı
adamın yiyecek ekmeği, yatacak bir ot yığını
oldu; ertesi gün hancı kadına teşekkür etti ve ona şöyle sordu:
– Bana
Norouâs’ın nerede yaşadığını söyleyebilir misiniz?
– Elbette,
dedi kadın, beni takip edin yeter.
Adamı bir
dağın yamacına kadar götürdü ve şöyle dedi:
– Yaşadığı
yer işte orası, yukarda. –
Yaşlı adam
rüzgârların mesken tuttuğu dağı tırmanmaya koyuldu, biraz yol almıştı ki nöbetçilik
yapan Surouâs[3] ile karşılaştı.
– Kendine
Norouâs diyen sen misin? diye sordu.
– Hayır,
Surouâs’ım ben.
– Güzelim
ketenimi yok eden alçak Norouâs nerede? Sopamı sırf onu öldürmek için yanımda
getirdim.
– O kadar
yüksek sesle konuşma yaşlı adam, diye yanıtladı Surouâs, söylediklerini duysa seni
bir guibette[4] gibi havaya
savururdu.
– Görürüz
bakalım, dedi yaşlı adam sopasını sıkarak.
İşte o anda
Norouâs ortaya çıktı, eserek yaklaştı:
– Adi
Norouâs, biricik ketenim vardı onu da sen aldın!
– Bana bir şey
deme yoksa havayı boylarsın, diye cevap verdi Norouâs gürleyen bir sesle.
– Ketenimin
parasını bana vermen gerek!
– İşe-yaramaz
ihtiyar, kafamı şişirmeyi bitirdin mi söyle bakıyım! dedi rüzgâr.
Ancak iyi yaşlı
adam bağırmayı bırakmıyordu:
– Norouâs!
Ketenimi bana geri ver! Norouâs! Ketenimi bana geri ver!
– Madem
öyle, dedi Norouâs, barışmak adına, al sana benden bir mendil.
– Ketenimin
parasıyla, yüz parayla alınabilecekten çok daha fazlasını alırdım. Norouâs,
ketenimi öde!
– Ama bildiğin
mendillerde olmayan bir keramet var bu mendilde, ona “Açıl, mendil!” dediğinde bu
dünyada görüp görebileceğin en güzel donatılmış masayı önüne bulursun.
***
Yaşlı adam
dağdan indi, mendilini denemek için durdu. Ve ona şöyle dedi: “Açıl, mendil!”,
hemencecik adamın önünde ekmek, et ve şarapla dolu koca bir masa bitiverdi. Adam
ne varsa doya doya, iştahla yedi. Sonra akşam oldu, böylece daha önce uyuduğu
hanın kapısından içeri girdi.
– Eee? Norouâs,
hakkıyla ödedi mi ketenini? diye sordu hancı kadın.
– Evet,
elbette, diye yanıtladı adam. Bu akşam bana ekmek vermenize ihtiyacım kalmadı; Norouâs’ın
mendili bana ve herkese yetecek kadar ekmek veriyor ve mendili cebinden
çıkartarak “Açıl, mendil!” dedi.
Aynı anda
bir masa kendiliğinden ortaya çıktı, üzeri tabaklardan, bardaklardan, et ve şaraptan
dolup taşıyordu; kimse o zamana kadar bu kadar iyi tertiplenmiş bir masa
görmemişti.
Hancı kadın
ona ahır köşesinde bir ot yığını vermek yerine, kuş tüyünden minderi olan güzel
bir yatak gösterdi; yaşlı adam uykuya dalmakta gecikmedi ve büyük bir mutlulukla
içi geçtiğinde, hancı kadın mendilini aldı; onun yerine tıpkı ona benzeyen başka
bir mendil bıraktı. Adam evine döndü, karısı onu gördüğünde şöyle dedi:
– Norouâs,
ödedi mi?
– Evet, şu
güzel mendile bak.
– Koca
aptal, diye bağırdı kadın, bari başka bir şey alsaydın! Bizim ketenin parasıyla
yüzlerce mendil alırdın, bir taneyle yetinmişsin!
– Bağırma
böyle, ne kadar işe yaradığını göreceksin şimdi: “Açıl mendil” diye buyurdu.
Mendil kıpırdamadı,
masa donanmak üzere kurulmadı. Böyle olunca adam bir kaç kez daha “Açıl, mendil” diye
terslendi, ancak hiçbir şey olmuyor karısı onunla dalga geçiyordu.
– Norouâs
beni kandırdı, dedi adam; ama bu sefer öldüreceğim onu.
Sopasını aldı
ve yola koyuldu., uyumak için aynı hana gitti ve hancı kadına şöyle dedi:
– Norouâs’ı
geberteceğim, bana verdiği mendilin kerameti sadece iki seferlikmiş.
– Geçerken
uğramayı unutma, diye yanıtladı hancı kadın.
Yaşlı adam
ertesi gün sabah erkenden yola koyuldu; ve dağın tepesine vardığında bağırmaya
başladı:
– Norouâs,
allahın belası! Bana verdiğin mendilin kerameti sadece iki seferlikmiş;
Norouâs, ketenimi bana geri ver!
– Böyle
yüksek sesle bağırıp durma, yaşlı adam, yoksa seni bir guibette gibi havaya
uçururum.
– Norouâs
ketenimi bana geri ver! Norouâs ketenimi bana geri ver! Yoksa seni öldürürüm.
– Al
bakalım, dedi Norouâs, benden sana bir eşek. “Eşek, bana altın yap!” dediğinde,
istemediğin kadar altının olur.
Adam eşeği
ile dağdan indi, ve aşağıda ona şöyle dedi: “Eşek, bana altın yap.”
Eşek birden
kuyruğunu kaldırdı ve yolun üzerine avuç avuç altın pisledi. Yaşlı adam bunları
cebine doldurdu ve hana vardı:
– Eee? dedi
hancı kadın, Norouâs ödedi mi size?
– Evet,
bana bir eşek verdi, ne kerameti var göreceksiniz şimdi: “Eşek,” dedi “Bana
altın yap.”
Eşek
hemencecik kuyruğunu kaldırdı ve yere altın akçeler, yüz franklıklar düşürmeye
başladı. Yaşlı adam eşeğini ahıra götürdükten sonra, onu bir öncekinden çok
daha güzel bir odaya yatırdılar, ve uykuya daldığında hancı kadın eşeğini bir
benzeri ile değiştirdi.
Yaşlı adam
evine döndüğünde karısı ona şöyle dedi:
– Eee? Norouâs
sana ödedi mi?
– Evet,
diye yanıtladı adam, tepsini eşeğin kuyruğunun altına tut; ve “Eşek bana altın
yap!” diye buyurdu.
Eşek
kıpırdamadı, yaşlı adam sözlerini tekrar etti: “Eşek, bana altın yap.” Tepsinin
içine hiçbir şey düşmedi, adam öyle öfkelendi ki eşeğini öldürmek için eline
bir sopa aldı.
–Yaşlı
kaçık, dedi karısı, ikinci kez kandırttın kendini.
– Ah!
Norouâs, bu sefer öldüreceğim seni, diye bağırdı yaşlı adam.
Sopasını kavradı
ve yola düştü, hana varınca şöyle dedi:
– Norouâs
beni kandırdı, ama bu sefer geberteceğim onu!
– Geçerken
uğramayı unutma, diye yanıtladı hancı kadın.
Ertesi gün
erkenden kalktı, dağa tırmandı ve Norouâs’a şöyle dedi:
– Verdiğin
eşeğin kerameti iki seferlikmiş Norouâs, seni koca hırsız! Ketenimi bana geri
ver!
– Amaaan,
sen de neyim varsa almak istiyorsun! diye yanıtladı Norouâs.
– Norouâs,
ketenimi bana geri ver, yoksa öldürürüm seni.
– Seni bir
guibette gibi havaya savuracağım, dedi rüzgâr ve esmeye başladı.
Ama yaşlı
adam bağırmaya devam ediyordu. Norouâs ketenimi bana geri ver! Norouâs ketenimi
bana geri ver.
Ve Norouâs şöyle
dedi:
Al bakalım
yaşlı adam, benden sana bir sopa, “Açıl sopa!” dediğinde, sopa da vurmaya başlar;
onu durdurmak istediğinde de: “Ora pro nobis” diyeceksin. Eve dönüşte kaldığın hana
uğra, mendilinle eşeğini orada çaldılar.
Bu sefer yaşlı
adamın içi oldukça rahattı; yoldayken sopasını denemek istedi; ve şöyle dedi:
“Açıl sopa.” Sopa birden elinden kaçtı, ve havada uçmaya ve ona vurmaya başladı,
öyle hızlı vuruyordu ki yaşlı adam nereye sığınacağını bilemiyordu, onu
durdurmak için ne yapması gerektiğini ise hatırlamıyordu. En sonunda “Ora pro
nobis” demek aklına geldi ve sopa geri eline geldi.
Hana vardı
ve hancı kadın ona şöyle sordu:
– Eee?
Norouâs bu sefer ödedi mi bari?
– Evet,
bakın işte bu sopayı verdi, istediğim herkesi dövüyor. Benden çaldığınız
mendilimle eşeğimi geri verin.
– Sizden
bir şeyinizi almadım, diye yanıtladı hancı kadın. Böyle bağırmaya devam
ederseniz jandarmayı çağırtırım.
– Sopacığım,
dedi adam, açıl bakalım.
Sopa aniden
havada uçmaya başladı, hancı kadına ve müşterilere vurup duruyor, bardakları,
tabak çanakları kırıyordu, darbelerinin ardı arkası kesilmiyordu.
– Yapmayın,
iyiliksever efendim, sopanızı durdurun, diye bağırdı hancı kadın; mendilinizle
eşeğinizi iade edeceğiz size.
Yaşlı adam
bağırdı “Ora pro nobis!” Ancak sopa hızını almıştı, yaşlı adam ikinci kez “Ora
pro nobis!” diye bağırıncaya dek vurmayı bırakmadı.
Yaşlı adam eşeği
ve mendiliyle yola düştü, evine döndüğünde karısı ona şöyle dedi:
– Eee?
Norouâs, ödedi mi sana?
– Evet,
bana verdiği her şeyi göreceksin şimdi; tepsini tut: “Eşek, altın yap” diye
buyurdu.
Altın
hayretler içindeki yaşlı kadının tepsisine dökülüyordu, hayatı boyunca bu kadar
altın akçeyi hiç bir arada görmemişti. Yaşlı adam sonra mendili masanın üzerine
serdi; ve “Açıl mendil” dedi; ve masa yemeklerle, likörlerle doldu.
Karınları
iyice doyduğunda yaşlı adam şöyle dedi:
– Ayrıca
hâlâ istediğimi döven bir sopam var; bir deneyim dedim beni bir temiz benzetti, ama ne işe yarıyor sana şimdi
göstermeyim; olur ya benim üstümde
deneyeceğin tutar.
***
Yaşlı adam
eşeğinin yaptığı altınlarla gemiler aldı ve armatör oldu. Ama insanlar onun eski
bir hırsız olduğunu söylüyordu, bu kadar kısa zamanda böyle zengin olduğuna
göre birilerini soymuş ya da öldürmüş olmalıydı. Adalet bu işin üzerine düştü
ve yaşlı adam giyotin cezasına çarptırıldı.
İdam
sehpasında boy göstereceği gün geldiğinde, kafasının gövdesinden ayrıldığını
görmek isteyen onca insan meydanı doldurmuştu. Yaşlı adam şöyle dedi:
– İdam
mahkumlarına son arzuları sorulduğuna göre, ölmeden önce son bir kez görebilmek
için eski yarenlik sopamın getirilmesini istiyorum.
Sopayı bulup
getirdiler, adam onu eline aldı ve şöyle dedi:
– Bana tüm
zenginliğimi bahşeden sopamı görüyorsunuz. Sopacığım, açıl bakalım.
Böylece
sopa havaya uçtu, cellatın kafasını kırdı, jandarmaları devirdi, sehpayı yıktı
sonra da idamı izlemeye gelenlere vurmaya başladı. Her bir köşeden şöyle feryat
edildiği duyuluyordu:
– Ah! Yaşlı
adam, sopanızı durdurun, affedileceksiniz.
Yaşlı adam
kendisine kötülük yapılmayacağından artık emin olduğunda şöyle bağırdı: “Ora
pro nobis”. Ancak sopa dayak atmaya devam ediyordu ve adam ancak üçüncü kez
“Ora pro nobis” diye bağırdığında durdu.
Yaşlı adam
sopasından destek alarak huzur içinde evine geri döndü, ömrünün sonuna kadar
mutlu bir hayat sürdü.
1880’de Saint-Castlı, on dört yaşında bir muço, François
Marquer tarafından anlatıldı ve Paul Sebillot tarafından derlendi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)