"Bir iç dünya okulu açıp kapısına şunu yazacağım: Sanat Okulu." Max Jacob
19 Ocak 2017 Perşembe
12 Ocak 2017 Perşembe
Stepan Skitalets - Dekor Ressamı; ilk sayfalar
Dekor ressamı Kostovski
içmeye tam da sırası değilken başlamıştı. Bir peri masalı sahnelenecekti: ve
oyunun başarısı dekorun gösterişine bağlıydı. Afişlerin en göze hitap edenleri
şehrin dört bir yanına asılmıştı; prömiyerin eli kulağındaydı ve son hazırlıklar tamamlanmak üzereydi; bütün
personel, her biri kendi vazifesine göre, canla başla çalışmaya devam ediyordu.
Ancak en mühim dekorlar henüz hâlâ işlikteydi ve rejisörün her şeyden çok korktuğu
felaket kaşla göz arasında patlak verdi: Kostovski şu andan itibaren dünyaya
bir daha dönmemecesine sarhoştu.
Kostovski’nin bu
sarhoşluk krizleri daima ona en çok, acilen ihtiyaç duyulan zamanlarda ortaya
çıkardı. Sanki bir iblis ona pusu kuruyor ve direnmesine imkan vermeden onu
yasak sıvıya doğru itiyordu. Bu durumda genç adam, kötücül, ahlaksız bir hale
bürünüyor, her şeyi berbat etmek arzusuyla yanıp tutuşuyordu, kendisi hakkında
bile olur olmaz konuşuyor, çevresindekilerde işte şimdi adamına çattınız hissi
uyandırıyordu: kısacası artık kendinde olmuyordu, şeytana ait oluyordu.
En şiddetli heyacanlar,
bu taşkın ve şaşılacak derecede savruk yaradılış için birer gereksinim haline
geliyordu, bunları ise ancak çakırkeyflikten çok daha fazlasında bulabiliyordu.
Böyle günler onun için inanılmaz tesadüflerle, sadece onun başına gelebilicek
olmadık maceralarla dolu olurdu.
Buna karşın, bir kere
ayıldı mı huşu içinde çalışmaya koyulurdu: etrafında ne var ne yok alev alır,
çıtırdar, kendisi de içinde doğan esin ateşiyle gürül gürül yanmaya başlardı.
Halleri böyle olsa da
işten atılmıyordu, zira onda beğenilen bir dekor ressamından çok daha fazlası
vardı, ustalık bakımından kimse onun yanına yaklaşamazdı.
Gerek özensiz giyimi,
kirli pasaklılığı, ayaktakımına özgü dış görünümüyle gerek sebep olduğu
skandallarla belki topluluğun şanını tehlikeye atıyordu, fakat fırçalarından
öyle güzel, sanatsal açıdan öylesine değerli dekor resimleri çıkıyordu ki seyirci
alkışlamak için onu hararetle sahneye çağırıyor, gazete köşeleri yazarlar ve
oyuncular için olduğu kadar ondan da bahsediyordu. Ama tiyatroyla uğraşan
herkes ona mesafeyle yaklaşmaktaydı, kimse onunla tanış olmaya can atmıyordu; korocular
da içiyordu ama bu işçi-dekorcuya baktıklarında kendilerini daha yukarıda
görüyorlar, bu nedenle yakınlık kurmaktan özenle sakınıyorlardı. Bale
topluluğundaki dansçı kızlara gelince, onu cinsiyetsiz bir varlıkmış gibi görüyor,
tiksintiyle kaçıyorlardı. Kostovski’nin tarafından bakılacak olursa, onun da
dansçılarla ilgilendiği pek söylenemezdi.
Yine de bir tanesi vardı
ki, ondan hoşlanıyordu; Julie, gencecik bir balerin; dekor ressamı reflektörü idare
ederken sahnede elektirik ışınları altında kanat çırpan genç kızı dikketle
izlerdi. Onun narin başının hafifçe eğilmesi, yavaş ve durgun belli belirsiz hareketleri
dekor ressamını büyülüyordu; en parlak ışıkları Julie’nin üzerine düşürüp, onu
bir sürü dansçının içinde ortaya çıkarmak genç kızı izlemekten duyduğu zevke
zevk katıyordu. Sahne dışında onunla hiç konuşmuyordu, Julie ise dekor
ressamından bihabermiş gibi görünüyordu.
Kostovski, tuhaf bir
yalnızlık içinde, aşksız ve arkadaşsız, ki bunlar hayatın “vazgeçilmez” çarklarıdır,
bir ömür sürmek, kimseden ilgi görmemekle, gizli, belli belirsiz bir hakarete
uğradığı hissi duyuyordu; ve bu duygu ne zaman ki belli bir sınırı aşsa kendini
doğrudan içmeye veriyordu. Bu hali öyle bir mutlak anda ortaya çıkıyordu ki
onun için “geri dönüş” imkansızdı.
Provadan sonra, irikıyım
rejisör sahneye çıktı ve şık bir esmer olan, yahudi kılıklı idari menejere sıkıntısından
bahsetti.
Rejisörün geniş, yağ
bağlamış yüzünden bir telaş, endişe, güçlükle zaptedilen bir öfke okunuyordu.
- Fakat,
söyleyin bana, diye takrar etti, ağlamaklı bir tonda, fırtına bulutları adeta
kalbinde küme küme toplanıyordu – şimdi ne yapacağız? Şimdi ne yapacağız?
Bu sırada geniş kollarını
devasa göbeğinin üzerine kavuşturmuş, kudurmak üzereymiş gibi karşısındaki
adamın yüzüne bakıyordu.
- Şu
Kostovski ne hödük herif! diye yanıtladı idari menejer; en son böyle olduğunda,
denizdeydik, seyahatte... (daha da bırakmadı ki şaşmamak gerek!) Neyse,
yolculuk sırasında denize düştüğünü biliyor muydunuz? Çok eğlenceliydi. Ben
uyuyordum. Bir gürültü patırtıyla uyandım. Fırtına nedeniyle gemi arıza yapmıştı, Yalta yakınlarındaydık.
Birisi bağırdı: “Adamın biri denize düştü!” yataktan fırladım. “Kim? –
Kostovski! – Yok canım, Kostovski mi!” Bambaşka bir isim bekliyordum: derhal
yatağıma geri döndüm, zira Kostovski’ye adam mı denir, rezilin teki.
- Nasıl
düşmüş? Sarhoş muymuş?
- Başka ne
umabilirsiniz ki! Küpeştede uyuyakalmış, kimsenin de umrunda olmayınca... Ama
gemi yalpa yapmış ve deniz yükseldiği gibi Kostovski’yi geri güverteye yuvarlamış.
- Hoh hoh
hoo! diye bir kahkaha patlattı rejisör.
- Heh heh
he he! diye karşılık verdi idari menejer. – Fakat burada asıl mucizevi olan şu,
deniz bile kabul etmedi adamı: suyun vakti onu ayıltmaya yetmemişti, hiçbir şey
olmamış gibi güvertede öylece duruyordu bizimki. Kesinlikle inanılmaz bir
fenomen: deniz onu döküntü diye geri çevirdi!
Rejisör yeniden, kocaman
karnını hoplatan bir kahkaha patlattı.
- Peki,
şimdi nerede madem? Bulabildiler mi onu? diye sordu, Kostovski’nin başına gelen
kazanın hikayesi ile hafif yatışmış olarak.
- Burada,
ama sızık vaziyette. Aramadık yer bırakmamışlar, en sonunda batakhanenin
birinden çıkarıp getirmişler, tam da oradaki işçilerle dalaşıyormuş, buraya
paket gibi getirildi desem yeridir. Tek gözü mor.
- Getirin
şu ayyaşı buraya!
Genç adam hızla sahneden
çıktı ve kulise doğru gözden kayboldu. Sahne arkasındaki sessizlikte, şöyle
bağırdığı duyuluyordu.
-
Kostovski! Kostovski!
Gitmesiyle gelmesi bir
oldu. Gözleri, bak sen şimdi komediye der gibi kırpışıyordu.
- Hemen
geliyor. Çok utanmış, ortalığa çıkacak yüzü yokmuş.
Usul usul yaklaşan adım sesleri
duyuldu ve denizin istemediği adam sahnede göründü.
Kanlı canlı orta boylu
bir adamdı, sağlam yapılı ve kaslıydı, hafif kamburu çıkmıştı: Kostovski, çeşit
çeşit boya ve yağ lekeleriyle rengârenk olmuş mavi bir gömlek giymiş, beline
geniş deri bir kuşak sarmıştı; kir pas içindeki pantolonunun paçalarını uzun
postallarının boğazlarından içeri sokmuştu. Kısacası, herhangi bir işçiymiş
izlenimi uyandırıyordu. Buna karşılık, bir gorilinki gibi uzun ve sinirli
ellerinden, yeterince biçimsiz ve sıradan fakat çıkıntılı elmacık kemikleriyle
kendine has yüzünden, sarkık uzun kızıl bıyıklarından, korkunç fakat zaptedilen
bir kuvvet barındırdığı düşüncesi uyandırıyordu. Kalın çatık kaşlarının altında
mavi gözlerinden suskun aynı zamanda uysal bir bakış yansıyordu. Bu
fizyonominin başka bir özelliği ise sıradışı bir enerji ve atılganlık ifadesine
sahip olmasıydı: sol gözünün altında, okkalı bir darbe aldığına işaret eden bir
“mavilik” kendini gösteriyordu. Alnın üstünde dağınık keçe gibi saçları diken
diken olmuştu; kısacası Kostovski’nin bütün şahsiyetinden buram buram yontulmamış,
gürültü patırtıcı, laf geçirilemez bir yaradılış okunuyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)