12 Ocak 2017 Perşembe

Stepan Skitalets - Dekor Ressamı; ilk sayfalar

Dekor ressamı Kostovski içmeye tam da sırası değilken başlamıştı. Bir peri masalı sahnelenecekti: ve oyunun başarısı dekorun gösterişine bağlıydı. Afişlerin en göze hitap edenleri şehrin dört bir yanına asılmıştı; prömiyerin eli kulağındaydı ve  son hazırlıklar tamamlanmak üzereydi; bütün personel, her biri kendi vazifesine göre, canla başla çalışmaya devam ediyordu. Ancak en mühim dekorlar henüz hâlâ işlikteydi ve rejisörün her şeyden çok korktuğu felaket kaşla göz arasında patlak verdi: Kostovski şu andan itibaren dünyaya bir daha dönmemecesine sarhoştu.
Kostovski’nin bu sarhoşluk krizleri daima ona en çok, acilen ihtiyaç duyulan zamanlarda ortaya çıkardı. Sanki bir iblis ona pusu kuruyor ve direnmesine imkan vermeden onu yasak sıvıya doğru itiyordu. Bu durumda genç adam, kötücül, ahlaksız bir hale bürünüyor, her şeyi berbat etmek arzusuyla yanıp tutuşuyordu, kendisi hakkında bile olur olmaz konuşuyor, çevresindekilerde işte şimdi adamına çattınız hissi uyandırıyordu: kısacası artık kendinde olmuyordu, şeytana ait oluyordu.
En şiddetli heyacanlar, bu taşkın ve şaşılacak derecede savruk yaradılış için birer gereksinim haline geliyordu, bunları ise ancak çakırkeyflikten çok daha fazlasında bulabiliyordu. Böyle günler onun için inanılmaz tesadüflerle, sadece onun başına gelebilicek olmadık maceralarla dolu olurdu.
Buna karşın, bir kere ayıldı mı huşu içinde çalışmaya koyulurdu: etrafında ne var ne yok alev alır, çıtırdar, kendisi de içinde doğan esin ateşiyle gürül gürül yanmaya başlardı.
Halleri böyle olsa da işten atılmıyordu, zira onda beğenilen bir dekor ressamından çok daha fazlası vardı, ustalık bakımından kimse onun yanına yaklaşamazdı.
Gerek özensiz giyimi, kirli pasaklılığı, ayaktakımına özgü dış görünümüyle gerek sebep olduğu skandallarla belki topluluğun şanını tehlikeye atıyordu, fakat fırçalarından öyle güzel, sanatsal açıdan öylesine değerli dekor resimleri çıkıyordu ki seyirci alkışlamak için onu hararetle sahneye çağırıyor, gazete köşeleri yazarlar ve oyuncular için olduğu kadar ondan da bahsediyordu. Ama tiyatroyla uğraşan herkes ona mesafeyle yaklaşmaktaydı, kimse onunla tanış olmaya can atmıyordu; korocular da içiyordu ama bu işçi-dekorcuya baktıklarında kendilerini daha yukarıda görüyorlar, bu nedenle yakınlık kurmaktan özenle sakınıyorlardı. Bale topluluğundaki dansçı kızlara gelince, onu cinsiyetsiz bir varlıkmış gibi görüyor, tiksintiyle kaçıyorlardı. Kostovski’nin tarafından bakılacak olursa, onun da dansçılarla ilgilendiği pek söylenemezdi.
Yine de bir tanesi vardı ki, ondan hoşlanıyordu; Julie, gencecik bir balerin; dekor ressamı reflektörü idare ederken sahnede elektirik ışınları altında kanat çırpan genç kızı dikketle izlerdi. Onun narin başının hafifçe eğilmesi, yavaş ve durgun belli belirsiz hareketleri dekor ressamını büyülüyordu; en parlak ışıkları Julie’nin üzerine düşürüp, onu bir sürü dansçının içinde ortaya çıkarmak genç kızı izlemekten duyduğu zevke zevk katıyordu. Sahne dışında onunla hiç konuşmuyordu, Julie ise dekor ressamından bihabermiş gibi görünüyordu.
Kostovski, tuhaf bir yalnızlık içinde, aşksız ve arkadaşsız, ki bunlar hayatın “vazgeçilmez” çarklarıdır, bir ömür sürmek, kimseden ilgi görmemekle, gizli, belli belirsiz bir hakarete uğradığı hissi duyuyordu; ve bu duygu ne zaman ki belli bir sınırı aşsa kendini doğrudan içmeye veriyordu. Bu hali öyle bir mutlak anda ortaya çıkıyordu ki onun için “geri dönüş” imkansızdı.
Provadan sonra, irikıyım rejisör sahneye çıktı ve şık bir esmer olan, yahudi kılıklı idari menejere sıkıntısından bahsetti.
Rejisörün geniş, yağ bağlamış yüzünden bir telaş, endişe, güçlükle zaptedilen bir öfke okunuyordu.
- Fakat, söyleyin bana, diye takrar etti, ağlamaklı bir tonda, fırtına bulutları adeta kalbinde küme küme toplanıyordu – şimdi ne yapacağız? Şimdi ne yapacağız?
Bu sırada geniş kollarını devasa göbeğinin üzerine kavuşturmuş, kudurmak üzereymiş gibi karşısındaki adamın yüzüne bakıyordu.
- Şu Kostovski ne hödük herif! diye yanıtladı idari menejer; en son böyle olduğunda, denizdeydik, seyahatte... (daha da bırakmadı ki şaşmamak gerek!) Neyse, yolculuk sırasında denize düştüğünü biliyor muydunuz? Çok eğlenceliydi. Ben uyuyordum. Bir gürültü patırtıyla uyandım. Fırtına nedeniyle  gemi arıza yapmıştı, Yalta yakınlarındaydık. Birisi bağırdı: “Adamın biri denize düştü!” yataktan fırladım. “Kim? – Kostovski! – Yok canım, Kostovski mi!” Bambaşka bir isim bekliyordum: derhal yatağıma geri döndüm, zira Kostovski’ye adam mı denir, rezilin teki.
- Nasıl düşmüş? Sarhoş muymuş?
- Başka ne umabilirsiniz ki! Küpeştede uyuyakalmış, kimsenin de umrunda olmayınca... Ama gemi yalpa yapmış ve deniz yükseldiği gibi Kostovski’yi geri güverteye yuvarlamış.
- Hoh hoh hoo! diye bir kahkaha patlattı rejisör.
- Heh heh he he! diye karşılık verdi idari menejer. – Fakat burada asıl mucizevi olan şu, deniz bile kabul etmedi adamı: suyun vakti onu ayıltmaya yetmemişti, hiçbir şey olmamış gibi güvertede öylece duruyordu bizimki. Kesinlikle inanılmaz bir fenomen: deniz onu döküntü diye geri çevirdi!
Rejisör yeniden, kocaman karnını hoplatan bir kahkaha patlattı.
- Peki, şimdi nerede madem? Bulabildiler mi onu? diye sordu, Kostovski’nin başına gelen kazanın hikayesi ile hafif yatışmış olarak.
- Burada, ama sızık vaziyette. Aramadık yer bırakmamışlar, en sonunda batakhanenin birinden çıkarıp getirmişler, tam da oradaki işçilerle dalaşıyormuş, buraya paket gibi getirildi desem yeridir. Tek gözü mor.
- Getirin şu ayyaşı buraya!
Genç adam hızla sahneden çıktı ve kulise doğru gözden kayboldu. Sahne arkasındaki sessizlikte, şöyle bağırdığı duyuluyordu.
- Kostovski! Kostovski!
Gitmesiyle gelmesi bir oldu. Gözleri, bak sen şimdi komediye der gibi kırpışıyordu.
- Hemen geliyor. Çok utanmış, ortalığa çıkacak yüzü yokmuş.
Usul usul yaklaşan adım sesleri duyuldu ve denizin istemediği adam sahnede göründü.

Kanlı canlı orta boylu bir adamdı, sağlam yapılı ve kaslıydı, hafif kamburu çıkmıştı: Kostovski, çeşit çeşit boya ve yağ lekeleriyle rengârenk olmuş mavi bir gömlek giymiş, beline geniş deri bir kuşak sarmıştı; kir pas içindeki pantolonunun paçalarını uzun postallarının boğazlarından içeri sokmuştu. Kısacası, herhangi bir işçiymiş izlenimi uyandırıyordu. Buna karşılık, bir gorilinki gibi uzun ve sinirli ellerinden, yeterince biçimsiz ve sıradan fakat çıkıntılı elmacık kemikleriyle kendine has yüzünden, sarkık uzun kızıl bıyıklarından, korkunç fakat zaptedilen bir kuvvet barındırdığı düşüncesi uyandırıyordu. Kalın çatık kaşlarının altında mavi gözlerinden suskun aynı zamanda uysal bir bakış yansıyordu. Bu fizyonominin başka bir özelliği ise sıradışı bir enerji ve atılganlık ifadesine sahip olmasıydı: sol gözünün altında, okkalı bir darbe aldığına işaret eden bir “mavilik” kendini gösteriyordu. Alnın üstünde dağınık keçe gibi saçları diken diken olmuştu; kısacası Kostovski’nin bütün şahsiyetinden buram buram yontulmamış, gürültü patırtıcı, laf geçirilemez bir yaradılış okunuyordu.